29 Mart 2012 Perşembe

Ve Neymar



Neymar da Silva Santos Júnior; henüz 20 yaşında olmasına rağmen adından fazlasıyla söz ettirdi bizlere. Gelecekte yapacaklarından çok, şu anda yaptıklarıyla bir anda Dünya futbolunun göz bebeği haline geldi. Neymar, bir çok dünya yıldızından örnekler görebileceğimiz oyun tarzı, adam geçmedeki rahatlığı, esnetikliği, tekniği ve Santos'taki gol,assist istatistikleriyle çok hızlı bir şekilde yükselmeye devam ediyor. Geçen sene attığı mükkemmel gol ile ''Puskas Yılın Golü'' ödülünü alması onu zirveye çıkartan olay oldu. Neymar'ın bu denli popüler olmasının bir diğer sebebi de kuşkusuz Pele'nin ona verdiği destek. Neymar'ı her seferinde veliahtı olarak gördüğünü söyleyen Pele yakın zamanda da ''Neymar dünyanın en iyi futbolcusu'' gibi iddaalı bir açıklama yaparak Neymar'a ne kadar değer verdiğini açıkça belirtmişti.

Neymar'ın yükselen değeri onu Avrupa transfer piyasasında da bir numara yaptı. Chelsea, Real Madrid ve Barcelona başta olmak üzere pek çok Avrupa kulübü Neymar'ı almak için mücadele içinde ama transferin bu sezon da olmamasının sebebi ise kuşkusuz takımı Santos'un belirlediği yüksek bonservis bedeli. Her genç Brezilyalı gibi Neymar da bir an önce Avrupa'ya gitmek için can atıyor ancak düşünmesi gereken çok önemli bir gerçek var. Neymar herhangi bir Avrupa kulübüne nazaran Santos'ta kendisini çok daha rahat geliştirebilir. Maradona'nın Messi'sine karşı Neymar'ı her fırsatta öne süren Pele ise "Neymar'ın Santos'ta kalması daha akıllıca olacaktır. Santos şu anda iyi durumda ve kulübünde kendini geliştirebilir." sözleriyle Neymar'ın bir süre daha takımında kalması gerektiğini vurgulamıştı.


Brezilya Ligi'nin futbolcunun gelişimi için çok faydalı olduğu tabiki ortada. Avrupa'ya nazaran daha az göz önünde olması, teknik özelliklerin öne çıkması ve antrenörlerin maç kazanmaktan ziyade oyuncuların gelişimine önem vermeleri bu ligi çok daha faydalı kılıyor. Erken yaşta Avrupa sevdasına kapılan pek çok Brezilya'nın ise başarılı bir kariyere sahip olduğunu söylemek zor. Bunun en net örneklerinden biri Robinho. Neymar gibi çok genç yaşta parlayan ve henüz Neymar'ın yaşlarındayken Real Madrid gibi barınması zor bir takıma transfer olan Robinho'nun şuan da "Yeni Pele" sıfatından çok uzaklarda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Er yada geç Neymar da her Brezilya'lı yetenek gibi bir Avrupa devine transfer olacaktır. Her ne kadar transfer olacağı kulüp merak konusu olsa da asıl önemli olan transfer olacağı zaman. Neymar'ın kendini yeterince geliştirdikten sonra Avrupa piyasasına çıkması halinde Pele'nin veliahtını bulacağını söylemek çok da uzak bir ihtimal olmaz.


26 Mart 2012 Pazartesi

Gol İçin Futbol




Fenerbahçe'nin bu sezon oynadığı futbol EURO 2008'deki, Fatih Terim yönetimindeki Türkiye milli takımını hatırlatıyor izleyenlere.

Birbirinin tam zıttı olan iki takımın arasındaki fark futbolun gerçeklerini gün ışığına çıkarıyor. İlk on birin zor oluştuğu, neredeyse hiçbir oyuncunun mevkisinde oynamadığı yani iyi futbol adına çok fazla aksiliklere sahip olan Türkiye A Milli takımı, sadece hücum yapmayı temel alan oyun mantığıyla geri de düşse, çok daha kaliteli takımlarla da oynasa maçlardan galip ayrılabildi. "En iyi savunma hücumdur." diyen Fatih Terim sadece Türkiye'yi başarıya taşımakla kalmadı tüm dünyaya bu felsefenin güzel bir reklamını yaptı.

Bu felsefeyle Türkiye takımı tüm dünyanın diline dolanmıştı. Muhteşem geri dönüşlerle elde edilen yarı final akıllardan yıllarca çıkmayacak bir başarı. Ancak kendi ülkesinin milli takımını hiç izlememiş gibi bir görüntü çizen bir Fenerbahçe var bu sene karşımızda. İlk dakikada bulunan gol bile takımın geri çekilmesine yetiyor.



Aykut Kocaman'ın talimatı olmaksızın bir alışkanlık gibi, takımın üzerine yapışmış bir lanet gibi oyuncular hücum yapmayı bırakıyor ve adeta gelecek golü beklemeye başlıyor. Gol gelene kadar oynanan güzel futboldan eser kalmıyor ve taraftarlarına tarif edilemeyecek bir stres yaşatıyor. Doğal olarak da sonucunda gol ya da gol yemekten daha beter bir hale geliyor Fenerbahçe taraftarları.

Kadro yapısı kadar futbol mantığı ve alışkanlıklar da önemlidir. Galibiyeti düşünmek ve bunu fiile geçirmek için gol atmak; bunun için de golü istemek gerekmektedir. Savunma yapmanın titizlik ve sorumluluk gerektiren bir iş olması hücum yapmayı hiçbir zaman bırakmamanın sebepleri arasında. Tabi ki sürekli hücum yapmak demek savunma anlayışını elden bırakmak demek değildir ancak tek amacın defans yapmak olması işleri zora sokuyor.

24 Mart 2012 Cumartesi

Taraflı İspanyol Medyası


İspanya'nın en yüksek tirajlı gazetelerine baktığımız zaman ilk iki sırayı Real Madrid yanlısı yayın politikalarıyla tanınan Marca ve As gazeteleri alırken, onların hemen arkasından da Barcelona merkezli gazete El Mundo Deportivo geliyor. İspanya'da spor medyası tarafsızlık konusunda diğer pek çok ülkeden farklı bir politika izliyor. Bu yayın organları renklerini o kadar net bir şekilde belli ediyor ki onları ''Real Madrid yanlısı'' veya ''Barcelona merkezli'' diye tanımlamak fazlasıyla zayıf kalıyor. Bu sebeple El Mundo'yu Barcelona, Marca ve As'ı da Real Madrid gazetesi diye isimlendirmek hiç garip olmaz ki zaten onlar da kendilerini böyle tanıtıyorlar. Bu taraflılık Barcelona - Real Madrid derbisine de her seferinde yeni bir boyut kazandırıyor.

La Liga'da önemli bir olay olduğunda, bu aşırı yanlı politika sebebiyle her seferinde çok enteresan bir manşet ve haber tablosu çıkıyor ortaya. Her iki taraf da olayı kendilerini haklı çıkaracak şekilde anlatıp, ağır eleştirilerini ezeli rakiplerinden esirgemiyorlar. Genellikle prosedür ilk önce tarafsızlığın simgesi hakemlerin her iki yayın organı tarafından da yerden yere vurulmasıyla başlıyor. Sonrasında rakip teknik direktör ve en son da rakip oyuncuların her anlamda eleştirilmesi ve her iki tarafın da kendini haklı bulmasıyla olay son buluyor.

Bu hafta tam olarak da bu şekilde bir olaylar zinciri yaşandı İspanya'da. Real Madrid, Villarreal deplasmanında faul olduğunu düşünmedikleri bir pozisyonda golü yiyip 2 puan kaybedince yine ortalık karıştı. Maç içinde Ramos, Mesut, Pepe kırmızı kart gördüler ve Mourinho da tribüne yollandı. Maç sonrası Marca ve As gazeteleri ''Skandal !'' başlıklı manşetleri atarken El Mundo Deportivo tarafı sessizliğini koruyordu. Ancak 1 gün sonra federasyon Ramos'un kartını iptal edince bu sefer aynı ''Skandal !'' başlıkları El Mundo gazetesinin manşetlerini süslemeye başladı.














Gazeteler gündem dışı olaylarda da taraflılıklarını esirgemiyorlar. Bundan 2 hafta öncesine kadar El Mundo gazetesi Mourinho'nun İngiltere'ye dönerek Ferguson'un yerine geçeceğini gazetesinden duyuruyordu. Bu hafta Marca gazetesinin haberi ise Guardiola'nın sezon sonunda Chelsea ile anlaşacağı yönünde. Her iki tarafın da rakip takımda sorunlar çıkarmak adına haber yaptığı çok belli ama bu şekilde de bir hayli keyifli haberler çıkıyor ortaya. Transfer haberlerinde de pek geri kalmıyorlar. Neymar Marca'ya göre Real Madrid'e ve Mundo'ya göre de Barcelona'ya sayısız kere transfer olmuştur ancak Neymar'ın hala Santos'ya oynadığı da ayrı bir gerçek.

Aşırı taraf olmanın sınırlarının zorlandığı bir olaysa geçen senelerde yaşandı.Barcelona'nın golündeki tartışmalı bir ofsayt pozisyonunu haber yapan As gazetesi pozisyonun resmini koymuş ancak ofsaytı bozan oyuncuyu photoshop ile silerek spor medyası tarihinde bir skandala imza atmışlardı. Daha sonra bu hatadan dolayı özür dilediler ama böyle birşeyin hata olmadığı çok açıktı. Bizim medyamızda en fazla yeni transfere forma giydirmek boyutlarına kadar ulaşan photoshop teknolojisinin İspanya'da ne kadar geliştiği de ortada.

Pek çok ülkede spor gazeteleri taraf tutar ama İspanya'da bu taraflılığın açıkça belirtilmesi özellikle bizim için garip gelebilecek bir durum. İspanyol futbolseverler doğru habere ulaşmakta biraz zorlanıyor olabilirler ancak futbolun temelinde taraf olmak, taraftar olmak yattığı için eminim ki spor medyasını bir haber kaynağı olarak görmektense takımlarının bir parçası olarak görmek İspanyollar için futbolu çok daha keyifli bir hale getiriyordur.

19 Mart 2012 Pazartesi

Bavyera Ekolu



Alman Liglerinin en başarılı ama buna rağmen en az sevilen takımı olan Bayern Munich Bundesliga’nın her zaman en ciddi şampiyonluk adayıdır. Taraftar sayısı en çok olan kulüp unvanına sahip olabilirler ancak rakip takımların taraftarlarının Munich’e duyduğu nefret kendi taraftarlarının sevgisinin katlarca üstünde. Bu duyulan nefret başarıdan gelmektedir diye düşünmek akla gelecek ilk şey de olsa durum pek öyle değil gibi gözüküyor.

Almanya’daki bütün kupaları kazanma rekorunu elinde bulunduran Munich, Bundesliga şampiyonluğu için daha iyi kadro yapısı olan daha güzel futbol oynayan takımlar da olsa her zaman en iddialı aday olmaktadır. Dortmund gibi Schalke gibi son derece başarılı takımların karşısında bile “forması” şampiyonluğa oynuyor. Tabi ki de kadro yapısı olarak daima üst düzey olsalar da bazen takımın atmosferi şampiyonluğu solumayabiliyor ama bu durumda da tabular ve yaklaşımlar devreye giriyor ve Munich iddiasına devam edebiliyor. Futbolla ilgili ilgisiz her Alman vatandaşın Munich’in en iyi takım olduğunu düşünmesi egodan ve her türlü başarılı olunma düşüncesinden oluşan bir Bayern Munich ekolu yaratmıştır.



Cumartesi günü oynanan ve Bayern Munich’in 6-0’lık üstünlüğüyle sonuçlanan Hertha Berlin maçının 24. Dakikasında bir serbest vuruş için Toni Kroos ve Franc Ribery topun başına geçmişti. Sadece skorun daha erken dakikalarda 3-0’ı bulmasının verdiği rahatlıkla ve egoyla değil yılların yarattığı ekolden kaynaklanan ego ve rahatlıkla bu iki yıldız atışı kimin kullanacağını belirlemek için “taş,makas,kağıt” oynadılar. Mahalle maçlarında görmeye alıştığımız bu sahnenin üst düzey bir lig maçında olması her futboluseveri şaşırttı. Başrolde Bayern Munich’in olduğunu ise takımları bilmeden bu olayı duyan herkes tahmin edebilir. Ligin sonu yaklaşırken her maçın final niteliği taşıdığı gerçeğinin bir kenara bırakılması “Alman disiplinine” aykırıdır ancak Bayern Munich tarzına çok uygundur.

Yaşanan bu trajikomik olay ilk bakıldığında insanı güldürüyor, üzerinde biraz daha düşünüldüğünde şaşırtıyor ve enine boyuna değerlendirildiğinde ise dehşete düşürüyor. Milyonları peşinden sürükleyen futbol tutkusunun ulaşmaması gereken ciddiyetsizlik seviyesine ulaşması en çok Bayern Munich’li yöneticilerin ve teknik heyetin ilgilenmesi gereken bir konu. Bayern Munich, ancak “alman disipili” unsurlarını da bünyesinde barındırdığında “sempatik” bir takım olabilecek.


18 Mart 2012 Pazar

Yarım Puanlık Derbi


Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan herhangi bir maç, her iki takımın da hiçbir hedefi olmadığı durumlarda bile ligimizin kuşkusuz en önemli maçı konumunda olmuştur her zaman. Sadece ligi değil tüm ülkeyi etkisi altına alır maç saatinin yaklaşması. İşte bu haftaki derbi gerek maç öncesiyle, gerek maç atmosferiyle gerekse maç sonuyla tam olarak şanına yakışan bir derbi oldu. Derbi günü her iki takımın da zirvede olması, son birkaç yıldır aranan derbi ruhunu tam olarak hissettirdi bizlere.

Maç öncesi tabloyu çizmek gerekirse, tabiki galibiyet gerideki takım Fenerbahçe için çok daha önemliydi. Saraçoğlu'nda mağlup olma durumunu 13 yıl önce tarihin arka sayfalarında bırakan Fenerbahçe için akla gelebilecek en kötü senaryo beraberlikti. Fenerbahçe'nin en büyük avantajı yine ev sahibi olmasıydı. Galatasaray cephesinde ise hedef biraz daha beraberliğe dönüktü maç öncesi. Takımın müthiş formu ise kuşkusuz Fatih Terim için en önemli avantajdı.

Etkileyici bir kareografinin eşliğinde taraftarının desteğiyle maça baskılı başlayan taraf Fenerbahçe oldu. Önce Moussa Sow kalitesini ortaya koydu ve sonrasında da yaşayan efsane De Souza. Gollerin erken geldiği yetmemiş gibi yılın golüne aday olacak güzellikte olmaları Galatasaray takımında moralleri alt üst etmiş ve tarihteki acı anılar hatırlanmaya başlanmıştı. Ancak gollerin ardından baskıyı ve topun kontrolünü kaybeden Fenerbahçe rakibinin üstüne gidemeyince oyunun dengeleri değişmeye başladı. Basitçe Galatasaray'ın presi sonuç verdi ve 25.dakikadan maç sonuna kadar ipler Galatasaray'ın eline geçti. Devre arası da Fenerbahçe'ye yaramadı. Topun kontrolünü bir türlü sağlayamayan ev sahibi ekip ancak 82.dakikaya kadar dayanabildi ve skora denge geldi. Son pozisyonda ise Saraçoğlu'nun büyüsü Fenerbahçe için sadece bir sezonun değil sahip olduğu pek çok yenilmezlik rekorunun da kaybedilmesini önledi.

Fenerbahçe'nin bireysel yetenekleriyle bulduğu gollerine karşılık Galatasaray'ın organizasyonlu golleri basitçe Galatasaray'ın bu sezon ezeli rakibinden bir diş önde olduğunu gösterdi bizlere. Saha ve skor dezavantajına rağmen maçı yakalayan Galatasaray 9 puanlık farka da güvenerek şampiyonluğa göz kırpıyor. Fenerbahçe ise golcüsünü bulmasına rağmen takımı kaybetmenin eşiğinde. Orta saha ve savunmanın bu şekilde aksaması Fenerbahçe'ye Play-Off 'ta büyük sıkıntılar yaratır.

Sahadaki mücadele içinse yepyeni bir başlık açmak gerekir. Mükemmel motive olmuş iki takım müthiş bir mücadele örneği gösterdiler bizlere. Mücadelenin bir an bile durmamasının yanında kalitenin ve muazzam gollerin bir arada olması ne İspanya'yı ne de İngiltere'yi aratacak cinstendi. Sonuç ne olursa olsun her iki takım oyuncuları da gösterdileri mücadeleden ötürü ayrı ayrı tebrik edilmeyi hak ettiler.

Ne yazık ki, ligimizin yeni sisteminden ötürü bu dört dörtlük oyun ve mükemmel mücadelenin sonucunda her iki takım da sadece yarımşar puan alarak ayrıldılar Saraçoğlu'ndan. Bir başka deyişle; 10 numara futbola yarım puanlık derbi...

14 Mart 2012 Çarşamba

Gerçek Taraftar Gerrard

Salı günü oynanan Liverpool ile Everton arasındaki Merseyside derbisi ev sahibi ekibin 3-0 lık üstünlüğüyle sonuçlandı ya da daha doğrusu Liverpool'un her şeyi olan Steven Gerrard'ın üstünlüğüyle sonuçlandı. 31 yaşındaki yıldızın hayatını Liverpool'a adadığını ezeli rakipleri karşısındaki performansından da rahatlıkla anlayabiliriz. Ancak başka hiçbir kulüpte oynamamasının yani tabiri caizse Liverpool'un üzerine gül koklamamasının çok daha etkileyici bir anlamı vardır. Dolar yeşilini; sevdiği, gönül verdiği renklere tercih etmemiş, hiç premier lig şampiyonluğu görmemiş olmasına rağmen hiçbir motivasyon kaybına uğramamıştır.

Real Madrid'e transferinin ilk günlerinde fazlasıyla eleştirilen yine Gerrard gibi Liverpool'lu olan Michael Owen sadece Liverpool taraftarları tarafından sevilmemekle kalmamış, bir daha hiçbir zaman ''kulübü''nde yakaladığı başarıyı yakalayamamıştır. Sonrasında geçtiği Manchester United'ta da aynı durum devam etmiştir hatta daha da kötü bir senaryoyla. Transfer olanı da olmayanı da eleştirmemek gerekir ancak futbolun gönül işi sevgi işi olması izlenme oranını daha da çok arttırır bu da bir gerçek.

Tabiki herkes taraftarı olduğu kulüpte oynayamaz ancak bir takımın bünyesinde para için bulunmak pek de anlayabildiğim bir şey değil. Steven Gerrard'ı izlerken alınan keyif eşi benzeri çok fazla olan bir keyif değildir. Bu tarz futbolcuları daha çok görmek her futbol severin dileğidir.

8 Mart 2012 Perşembe

Rekorların Çocuğu Lionel Messi

1992 yılında Marco van Basten Göteborg'a, 2000 yılında Simone İnzaghi Marsilya'ya, 2004 yılında Dado Prso Deportivo'ya ve Ruud van Nistelrooy Sparta Prag'a, son olarak da 2005 yılında Andrey Shevchenko Fenerbahçe'ye 4 er gol atarak ''Şampiyonlar Ligi'nde bir maçta gol atma rekorunu'' egale etmişlerdi. 2010 yılına geldiğimizde ise Messi henüz 22'sinde Arsenal'e 4 gol atmış ve adeta ''Ustalara Saygı'' dercesine rekora o gün sadece ortak olmakla yetinmişti.

Bugün Dünya Futbolunun zirvesinde top koşturan Lionel Messi, dün gece ''Ustalara Selam Olsun'' diyerek Leverkusen ağlarına tam 5 gol attı ve kendisinin de içinde bulunduğu altı kişilik listeyi temizleyerek, Şampiyonlar Ligi'nde bir maçta gol atma rekorunu tek başına sahiplendi. Tabi Messi'nin şahane futboluna aynı güzellikte uyum sağlayan Barcelona takımının diğer 10 oyuncusunu da unutmamak gerek. La Liga'daki performansından sonra dün gece özlemini çektiğimiz Barcelona'yı nihayet seyredebildik. Maça tam konsantre çıkan Katalan ekibinin kendi futbolunu oynamasına bir de Messi eklenince ortaya 7-1 lik skor çıktı.

Lionel Messi futboluyla herkesi büyülemesinin yanı sıra, her geçen gün de rekorlarına bir yenisini ekliyor. Şimdi Arjantin'li yıldızın önünde bir rekor daha var. Cesar'ın 235 golle şimdilik sahibi olduğu ''Barcelona tarihinin en fazla gol atan oyuncusu'' rekoruna Lionel Messi sadece 7 gol uzakta. Herhangi bir futbolcudan bahsediyor olsaydık rekorun kırılmasına daha bir iki ay var diyebilirdik ama konu Lionel Messi olunca sadece şunu söyleyebiliyoruz ki: Bir sonraki Barcelona maçını kaçırmayalım, belki de rekor kırılabilir.

5 Mart 2012 Pazartesi

Kurtarıcı Hikmet Karaman



Türkiye'nin en tecrübeli teknik direktörlerinden Hikmet Karaman, geçmiş yıllardan beri düşme hattındaki takımlar için bir "kurtarıcı" niteliği taşıyor. Başına geçtiği takımları ligde tutsa da yeni sezona başlama sürecinde ya istifa ediyor ya da kovuluyor. Sivri dili ve interaktif tarzı bu durumun nedeni olabilir ancak tılsımının formülü de bunlardan başkası değil.

Tolunay Kafkas'ın istifasından sonra göreve gelen Abdullah Ercan'ın da istifasıyla Gaziantepspor Hikmet Karaman'a emanet edildi. Kötü günler geçiren ve aslında çok kaliteli bir kadroya sahip olan Gaziantepspor, oluşan kötü bulutları yok etti, tam da tahmin edildiği gibi. Zaten bu durumlara düşmeyi hiç hak etmeyen bir takımı "kurtarmak" nasıl büyük bir teknik direktörlük yeteneği gerektirir diye sorulan sorular olabilir ama bunlara bir de bu durumun gerekçelerinin ne kadarının değiştiği sorusu eklenirse Hikmet Karaman'ın Türk futboluna yaptığı desteği daha rahat anlarız. Ligin kilometre taşlarından biri olan Gaziantepspor'u üst sırlarda görmeye alışmışken onları düşmemek için kıvranırken görmek içler acısı. İyi bir hazırlık dönemiyle bu seneyi unutturacaklarını umut ediyoruz.