30 Nisan 2012 Pazartesi

Yüksek Tansiyon

       Süper Final’ in bize sağladığı imkanlardan biri de sürekli derbi ve ya derbi niteliğinde maçlar izliyor olmamız. Bu duruma hiçbir futbolsever alışkın olmasa da her hafta tansiyonu ve önemi yüksek maçların izlenecek olması herkesi heyecanlandırmıştır. Süper Final uygulamasının futbol dışı sebeplerini bir kenara bıraksak bile sürekli derbi olmasının yarattığı gergin ortam çok da toz pembe bir tablo oluşmadığını gösteriyor.
       Tansiyonu yüksek maçlar her zaman beraberinde sertlik ve de dolayısıyla faullerle çok duran bir oyun getirmiştir. Yüksek tansiyondan kaynaklanan fauller arttıkça tansiyon iyice artmaktadır ve futbol ikinci plana atılmaktadır. Oyunun çok durması sadece takımların istedikleri futbolu sahaya koymalarını engellemekle kalmaz onların moral motivasyon seviyelerini de oldukça düşürür. Bu durum kart sayılarını da direk olarak negatif yönde etkiler. Sertlik seviyesinin ne kadar çok arttığını Pazar günü oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş maçındaki kart sayılarından rahatlıkla anlayabiliriz. İlk 11’de sahaya çıkan Beşiktaşlı futbolcuların 9’u sarı kart gördü ki bu rakam görmeye hiç alışık olmadığımız bir rakam.


       Böylesine gergin bir havada geçen maçlar doğal olarak futbolcular üzerinde de psikolojik bir etki yaratır. Takımlarda yüksek tansiyonlu maçlara alışkın futbolcular çoğunlukta da olsa bu sene yaşanan heyecanın çok farklı oluşu, futbolcular üzerinde oluşacak etkinin de farklı olmasına neden olur. Maçların taşıdığı önem ne olursa olsun bir derbi maçının oynanıyor olması diğer tüm faktörlerin unutulup sadece galibiyeti isteyen gergin bir oyun izlememize neden oluyor. 4.lük dışındaki bütün derecelerin başarı sayılabileceği bir ortamda bulunmamız da bunlara eklenince bütün bir hafta sonunda sadece futbolun yaşanmasına şaşırmamak gerekir.      
       Bu sene farklı bir atmosferle oluşturulan şampiyonluk yolu, zafere ulaşan takım için sevindirici olacaktır elbette ancak bu yolun kalıcılığıyla ilgili sahip olunan şüpheler iyice değerlendirilmelidir. Şöyle bir baktığımızda neredeyse hiçbir avantajı olmayan bu oluşumun her geçen gün yeni bir dezavantajının fark edilmesi umarız ki herkesin kafasında bir soru işareti oluşturabilir.

26 Nisan 2012 Perşembe

Avrupa Futbolunun Zirvesi




Devler liginde finalin adı resmen belli oldu. Bayern Münih ve Chelsea, sezon başından beri her kulvarda rakipsiz olarak tanımlanan Barcelona ve Real Madrid’i eleyerek Münih’deki final için yerlerini ayıttılar. Dünyanın tartışmasız en güçlü iki takımı olarak görülen İspanyol ekipleri ise beklediklerinden erken bir tarihte evlerinin yolunu tuttular. Peki ne oldu da kadro kaliteleri ile diğer takımlardan bariz bir şekilde önde olan iki ekip aynı turda benzer bir senaryoyla devler ligine veda etmek zorunda kaldılar.

                Barcelona ve Real Madrid’in finale varamadan elenmelerindeki sebepleri incelediğimizde her iki takımın da bariz favori olmalarının yarattığı psikolojik rahatlığı söyleyebiliriz. Bu rahatlıkla ilk maçlara çıkan iki ekip de benzer birer yenilgi almışlardı. Bu yenilgiler biraz onları kendine getirse de iki Şampiyonlar Ligi maçı arasında La Liga’nın final niteliğindeki maçında , El Clasico’da kozlarını paylaşması oyuncuların hem fizik hem de motivasyon açısından zayıf düşmelerine sebep oldu. Ve tekrar bu hafta içine geldiğimizde her iki İspanyol temsilcisi de karşılarında kendilerinin tam tersine haftayı dinlenerek geçirmiş ve müthiş motive olmuş iki takım Bayern Münih ve Chelsea’yi buldular. Aşırı özgüvenleri yüzünden ilk maçlarda adeta birer avans vererek ikinci maça çıkan Real ve Barça El Clasico’dan da bir hayli yıpranmış çıkınca elenmekten kurtulamadılar. Real Madrid ve Barcelona’nın neden elendiğini ayrı ayrı incelemektense, elenmelerindeki benzer sebepleri gördüğümüz zaman neden aynı turda benzer bi şekilde elendiklerini daha rahat anlayabiliyoruz.


                Her iki favorinin de elenmesi Dünya kamuoyunda bir şok etkisi yaratsa da onları eleyen Bayern Münih ve Chelsea’yi de etraflıca konuşmak gerekiyor. Liglerinde umduklarını bulamayan bu iki takım için neredeyse Şubat ayından beri tek hedef Şampiyonlar Ligi’ydi. Bayern Münih geniş ve kaliteli kadrosuyla final için Barça ve Real’den sonra en büyük aday olarak görülüyordu ve bir hayli güvenle gelmişlerdi yarı finale kadar. Chelsea ise teknik direktör değişikliğinden sonra yükselişe geçmiş ve biraz da sürpriz bir şekilde yarı finale ulaşmıştı. Her ne kadar Barça ve Real’in elenmelerindeki sebepler biraz kendilerinden kaynaklı gibi görülse de hiç kimse futbol oynamadan böylesine güçlü ekipleri eleyemezdi. Bayern Münih ve Chelsea gerek hücumları gerek savunmaları olsun oynadıkları futbol ve mükemmel motivasyonlarıyla finali hak ettiklerini gösterdiler bizlere.


                Barcelona kupaların en büyüğünü üst üste 2.kez kazanan ilk takım olmayı, Jose Mourinho da ligde ekarte ettikleri Barcelona’yı resmen tahtından etme şansını bir başka bahara erteledi. Bayern Münih ve Chelsea ise finale çıkarak Avrupa’nın en büyüğünün kim olduğunu ispanyollara iyi birer ders vererek şimdiden göstermiş oldular. Allianz Arena’daki Şampiyonlar Ligi final maçında Bayern Münih’in mi yoksa Chelsea’nin mi kupayı kazanacağını seyredip göreceğiz.

23 Nisan 2012 Pazartesi

Galatasaray 1-2 Fenerbahçe

       Süper Final Şampiyonluk Grubu’nun ilk maçları oynandıktan sonra bu hafta oynanacak derbi adına çok farklı düşünceler canlanmıştı, normal olarak. Bütün bir sezonun aksine çok pozitif bir futbol oynayan Fenerbahçe ile ligin tartışmasız en iyi futbol oynayan takımı Galatasaray marka değerini kaybeden ancak başarı için çok kuvvetli anlamlara sahip olan bir dünya derbisi oynadı ama maalesef güzel futbol umuduyla yanıp tutuşan hayaller suya düştü.
       Oynadıkları baskılı ve istekli futbolu bütün bir sezona çok iyi yayabilen Galatasaray normal lig içerisinde hiç derbi kaybetmemişti. Yakaladıkları atmosfer onları her takımdan bir adım önde tutmuş ve şampiyonluğun en iddialı adayı yapmıştı. Süper Final maçları başladığında da bu durum, Fenerbahçe’nin de kendine bir şeyler katmış olması ve takdir edilesi bir futbol oynaması dışında aynıydı. Akıllara gelen “acaba Fenerbahçe’nin de ortak olabileceği bir maç izleyebilecek miyiz?” sorusunun cevabı sanki Fenerbahçe hiçbir değişim yaşamamış gibi “HAYIR” dı. Bir maçta oynanan güzel futbola aşırı anlamlar yüklemek tabi ki de sağlıklı bir şey değildir ama yine de kaliteli bir mücadele izlemek umudu herkesin gözünü karartmış olabilir…
       Fenerbahçe adına, toz pembe Trabzonspor maçından hiçbir kalıntı yoktu derbide. Emre’nin yokluğunda Selçuk Şahin’e nazaran daha yaratıcı ve olumlu bir futbolcu olan Mehmet Topuz yine orta sahanın ortasında değerlendirilmedi. Hem orta saha mücadelelerinden geri kalındı hem de oyuna etki edebilecek oyuncu eksikliğinden kaynaklanan bir eski alışkanlıklara geri dönüş yaşandı: Mağlubiyeti kabul eden ve defans temelli bir oyun anlayışı. Bu felsefeyle düşe kalka şampiyonluk umutları devam etti ancak hiç de güvenilir bir sistem olmaması iki puana düşen farkın ve kalan 4 maçın kazanılması durumunda şampiyonluğun gelecek olmasına rağmen karamsar bir tablo çiziyor.Kaleci Volkan'ın üst düzey performansı bu maçta Fenerbahçe'ye 3 puanı getiren tek şeydi. Bu negatif unsurlar yeşeren umutların solmasını sağlayabilir ama yine de Süper Final mücadeleleri için kalıcı bir çözüm bulunabilir.
       Bu tarz maçlarda önemli olan skoru elde etmek de olsa 3 puanı alan Fenerbahçe değil de Galatasaray kafasını rahat tutmalı ve hatta ezici futbolları için bir kez daha sevinmeli. Fenerbahçe teknik heyeti de hatanın nerde olduğu üzerine çok ciddi bir çalışma yapmalı. Trabzonspor maçında oynanan futbol sonrasında kötü futbolun hiçbir mazereti olamaz çünkü o maç tüm futbolseverlere Fenerbahçe adına güzel futbolun imkansız olmadığını gösterdi.

20 Nisan 2012 Cuma

Şampiyonlar Ligi Sürprizi



Bu hafta Şampiyonlar Ligi yarı final ilk maçları oynandı ve pek de beklenmedik sonuçlar ortaya çıktı. Önce Bayern kendi sahasında Real Madrid'i son dakika golüyle yendi, hemen sonraki gün de Barcelona Chelsea deplasmanında son dakikada kaçırdığı gol yüzünden mağlubiyeti engelleyemedi. Her iki maç öncesinde de kesin favori olan İspanyol devlerinin zorlanacakları tahmin ediliyordu elbet ama ikisinin de yenilmesini eminim ki kimse beklemiyordu.

Kendi sahanda tek farkla kazanmak çok güzel bir skor olarak görülmeyebilir ama Şampiyonlar Ligi yarı finalinde rakip kim olursa olsun her türlü galibiyet çok büyük bir avantajı da beraberinde getirir. Bu sebeple yarı finalin ilk ayağında havlu atması beklenen Chelsea ve Bayer Münih takımları güzel futbolları ve galibiyet avantajlarıyla finale göz kırpıyorlar. Özellikle Bayern Münih şu anda kalite ve oyun olarak Real ve Barça'ya en yakın takım gibi duruyor. Bu saatten sonra Bayern'in final oynaması izleyenleri çok da şaşırtmaz. Chelsea ise her ne kadar kura avantajıyla yarı finali görebilmiş olsa da lige havlu attığı ve çok güzel bir skorla Nou Camp'a çıkacağı için yine beklenenin aksine finali zorlayan bir tablo oluşturuyor.

Duruma Matadorların cephesinden baktığımız zaman ortaya çok da farklı bir tablo çıkmıyor. Zaten favori başladıkları yarı final eşleşmelerinde skor avantajlarını kaybetseler de hala final için en büyük iki aday Real Madrid ve Barcelona. Yarı final ilk maçlarında mağlup olmalarının en açık bahanesi içinse önlerindeki El Clasico'nun etkileri diyebiliriz her iki takım içinde. Bu hafta sonu Barcelona kendi evinde Real Madrid'i konuk edecek ve kuşkusuz galibiyet arayacak. Real Madrid ise beraberlikte dahi şampiyonluğu garantileyecek olmasından dolayı acı Nou Camp anılarının da hatırlanmasıyla daha temkinli oynayacaktır.

El Clasico'nun yanı sıra Şampiyonlar Ligi'ndeki yenilgilerin bir diğer sebebi de medya ve taraftarların Real ve Barça'yı yere göğe sığdıramaması olabilir. Avrupa medyasında sürekli olarak ''Dünya Futbolunun zirvesindeki iki takım'' şeklinde gazlanan Real Madrid ve Barcelona ''Bizi bizden başka kimse yenemez'' düşüncesine kapılınca, dünyada kendilerinden başka takımların da var olduğunu acı birer mağlubiyetle öğrendiler. Favorilerin bu şekilde iki mağlubiyet alması, gelecek hafta çok çekişmeli iki yarı final maçı izleyeceğimizin sinyallerini de şimdiden veriyor. Umarım bu hafta sonu El Clasico ile başlayacak futbol ziyafeti hafta içi harika Şampiyonlar Ligi maçlarıyla taçlandırılır ve bizler de tam bir futbol şölenine tanıklık edebiliriz.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Yeni Bir Başlangıç



34 hafta bitti, puanlar alındı ancak bu puanlar üst düzey liglerin aksine şampiyonu belirlemede sadece Süper Final için avantaj sağladı. Takımlar bu durumun bilincinde olmasına rağmen, normal sezonun bitişinde birtakım spekülasyonlar yarattılar. Bu spekülasyonların içeriği veya realizmi ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber, normal sezonla Süper Final arasındaki bir haftada ciddi değişimler yaşayan bir takım vardı karşımızda: Fenerbahçe.

Yeni bir son ile gelen yeni bir başlangıç yaşadı, sezon boyunca kimseyi asla tatmin edemeyen, Fenerbahçe. Oyun motivasyonunu asla kaybetmeden, istekli ve coşkulu yıldızları önderliğinde çok önemli bir Trabzonspor galibiyeti alan Fenerbahçe belki de sönük olan şampiyonluk umutlarını yeniden yeşertti.

Pas trafiğinin çok iyi sağlanması ve oyun felsefesinin asla skoru korumaya dönüşmemesi - ki bu durum Fenerbahçe' nin başını ağrıtan en büyük sorundu - tüm Fenerbahçe camiasının yüzünü aydınlığa çevirmekle kalmamaış, tüm Türkiye'nin Fenerbahçe' nin de şampiyonluk şansı olduğunu düşünmesini sağlamıştır. Tabiki de bir maçlık performansın oluşturacağı dayanak, bütün bir sezon kendinden emin, kazanmayı bilerek oynayan Galatasaray' ın performansının oluşturacağı dayanağın yanında bir hiç olarak görülür. Hele ki kötü geçen bir sezonun ardından oluşan pesimizmi kırmak için belki de son şans olan Beşiktaş karşısında da senaryo aynı iken.




Herkesi şaşırtan ve heyecanlandıran Fenerbahçe' nin şampiyon olma ihtimali hala Galatasaray' ın çok altında ancak, haftaya oynanacak maç Süper Final Grubu' nun tarafsız seyir zevki ve heyecanı açısından büyük önem taşıyor. Sadece o maç adına konuşmak gerekirse, çok güzel bir futbolun bizi beklediğini söyleyebiliriz.

13 Nisan 2012 Cuma

Yalan Dünya


Süper Lig 2011-2012 sezonunun 34 haftalık maratonu bu hafta sona erdi. Normal bir futbol sezonunun sonunda olması gereken şampiyonluk kutlamaları, sezonun en'lerinin seçilmesi ve hatta transfer dedikodularının başlaması gibi olağan hayat akışını bu hafta göremedik. Göremedik çünkü bu sene ligde sadece ligimizin değil dünya futbolunun da pek alışık olmadığı bir sistemin uygulanacağını öğrendik sezon başında:Play-Off.

Futboldan ziyade Nba'de veya herhangi bir basketbol liginde görmeye alışık olduğumuz bir sisteme karar verildi. Play-Off sistemini sadece ana hatlarıyla anlayıp detaylarını bilmeyen pek çok futbolsever var ve bilmemekte haklılar çünkü federasyon bile bu sistemin detaylarını ancak sezon sonunda netleştirebildi. Genel hatlarıyla, sezon sonunda ilk dörde giren takımların aralarında yeni bir lig oluşturup, şampiyonu kendi içlerinde belirlemelerinden oluşan bir sistem.Böyle bir sistemin yaratılmasının ardındaki futbol dışı sebeplerden bahsetmeyeceğim. Zaten tüm futbolseverler böyle bir sistemin var olma nedenlerini çok net biliyorlar. Yine de futbolun bu kadar endüstriyelleşmesi ve futbol sevgisi ile taraftar olma duygusunun bu gibi futbol dışı sebeplerle sömürülüp gölgede bırakılması fazlasıyla rahatsız edici.

Dört Büyükler Süper Final'de

Sistemin ligimize getirdiği sayısız dezavantajın başında tabiki 34 haftalık maratonda takımların maçlara verdiği değer ve motivasyon düşüklüğünden bahsetmek gerekir. 34 hafta boyunca oynanan maçlardaki puan kayıplarının Play-Off'ta telafi edilebilecek olması bu maçlara verilen değeri ve motivasyonu da direkt olarak negatif etkiliyor. Bizzat Şenol Güneş, lig maçlarını Play-Off'ta telafi edebileceklerini düşündükleri için Şampiyonlar Ligi'ne daha çok önem verdiklerini belirtmişti. Bir çok takımın sezonu erken bitirmesi ve Nisan ayından itibaren tatile çıkması da bir diğer eksi bu sistem için. Gerçi federasyon yine sezon bitimine 1-2 hafta kala bu takımlar için de bir turnuva oluşturduklarını açıkladı. Keşke bu turnuvanın adını ''Öylesine Cup'' koysalardı da Nisan'dan itibaren yapılan bu anlamı olmayan maçların en azından bir adı olurdu.

Sonuç olarak bu sistemin gelişiyle, olan yine ligimizin kalitesine oldu. Daha çok derbi maç, daha çok keyif sözleriyle insanların futbola olan sevgisini kullanarak onları tavlamaya çalışan futbolumuzun yetkili simaları Play-Off'un adını da Süper Final olarak değiştirdiler ve ''Lig yeni başlıyor. Haydi ekran başına'' sloganlarıyla sundular yeni ligimizi. Bize ise yıllarca heyecan ve keyifle seyrettiğimiz 34 haftalık lig maratonumuzun bu sene nasıl da bir ''Yalan Dünya''haline dönüştüğünü fark etmek kaldı.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Süper Lig Panorama

2011-2012 Sezonunun En Başarılı Futbolcuları

Kaleci =  Fernando Muslera (Galatasaray) – Tolga Zengin (Trabzonspor)

Defans = Hakan Balta (Galatasaray) – Dede (Eskişehir) – Eboue (Galatasaray) – Gökhan Gönül     (Fenerbahçe) – Egemen Korkmaz (Beşiktaş) – Sivok (Beşiktaş) – Ujfalusi (Galatasaray) – Yobo (Fenerbahçe)

Orta Saha = Stoch (Fenerbahçe) – Olcan Adın (Trabzonspor) – Manuel Fernandes (Beşiktaş) – Alfred N’Diaye (Bursaspor) – Zokora(Trabzonspor) – Selçuk İnan(Galatasaray) – Erman Kılıç(Sivasspor) – Doka(İBB)

Forvet = Burak Yılmaz (Trabzonspor) – Alex De Souza (Fenerbahçe) – Kamara (Eskişehirspor) – Elmander(Galatasaray) – Herve Tum (Gençlerbirliği)

Yılın 11’i


Fernando Muslera = Bu sezon 33 maçlık istikrarı ve kalesini koruduğu takımın ligin en az gol yiyen takımı olması hem onun kalitesini kanıtladı hem de onu sezonun en iyi kalecisi yaptı.
Hakan Balta = Galatasaray’a transfer olduğundan beri en başarılı sezonunu geçirdi. Takımının performasının artmasıyla stoper-bek’likten çıkıp gerçek bir bek gibi oynayarak kendi potansiyelini ortaya koydu
Eboue = Hücuma verdiği destek ve çift yönlü oyunuyla Avrupa temelli futbolunu ligimizde başarıyla sergiledi. Gökhan Gönül de beklenenin altında performans gösterince Eboue diğer beklerden bir adım öne çıktı.
Egemen = Her yıl üzerine katarak geliştirdiği oyununu bu sezon bütün futbol camiası saygıyla izledi. Bu sene bekleneni veremeyen takımında hep savaşmaya devam eden ender futbolculardandı
Yobo = Yetiştiği İngiliz ekolünün yansımalarını çok başarılı bir şekilde bizlere gösterdi. Takımında geçen seneye göre daha zayıf partnerlerle oynamasına rağmen istikrarlı performansıyla göz doldurdu.
Stoch = Bu sezonki performansıyla geçen seneyi bizlere unutturan Slovak yıldız zor anlarda attığı jeneriklik goller ve göze hoş gelen etkili dribblingleriyle takımına müthiş bir katkı sağladı.
Erman Kılıç = Bu sezon takımıyla birlikte bir kez daha parlayan Erman Kılıç attığı 9 gol ve yaptığı 5 asistle bu sezonun en iyi kanat oyuncularından oldu.
M.Fernandes = Her yıldız gibi biraz disiplinsiz olsa da üst düzey tekniği ile Beşiktaş’ın sorun çektiği hücum yollarının en önemli ilacı oldu.
Selçuk İnan = Üst düzey kalitesi ve her geçen gün geliştirdiği futboluyla ligin en iyi oyuncularından biriydi bu sezon. Attığı goller ve yaptığı asistler bir yana Lider duruşuyla takımını sırtladı ve Galatasarayın ligi birinci bitirmesinde kuşkusuz en önemli paya sahipti.
Alex de Souza = Fenerbahçe’de yaşayan bir efsane haline gelen Alex de Souza, yine üst düzey performansıyla her sene olduğu gibi sürpriz olmayan bir şekilde yılın en iyi 11’ine adını yazdırdı.
Burak Yılmaz = Attığı 32 gol herşeyi anlatmaya yetiyor.

Gelecek Vaat Eden Futbolcular

Semih Kaya (Galatasaray) – Alper Potuk (Eskişehirspor) – Serdar Aziz (Bursaspor) – Soner Aydoğdu (Gençlerbirliği) – Muhammet Demir (Gaziantepspor)

Türk futbolunun en büyük problemlerinden biri olan futbolcu yetiştirmek konusunda bu sene daha olumlu bir tablo var karşımızda. Adı geçen oyuncular takımlarında gösterdikleri istikrarlı ve başarılı performansları ile geleceğe dönük çok olumlu sinyaller verdiler. Özellikle bu futbolcuların sadece çok yetenekli değil aynı zamanda da disiplinli olmaları onların yok olup gitmektense, ilerleyen yıllarda sezonun 11’lerinde kendilerine yer bulmalarını sağlayacaktır.

Yılın İstikrar Abidesi

Tolga Zengin =  Kaptanlığını yaptığı Trabzonspor’un oynadığı 34 maçta 90’ar dakika forma giyerek mükemmel bir istikrar gösterdi.

Erdem-Güney Özel Ödülü

Theofanis Gekas = Samsunspor formasıyla 11 maçta 8 gol attı. Takımının küme düşmesine rağmen kalitesini bizlere kanıtladı. Ligimize kısa zamanda kattığı keyif, keşke Samsunspor kümede kalsaydı da Gekas’ın her golünden sonra çalınan ‘’Sırtaki’’ müziğiyle neşelenseydik dedirtmiyor değil.
theofanis gekas

2 Nisan 2012 Pazartesi

Yeni Bir Son





Saatlerin ileri alınmasıyla, akşam maçları da artık hava kararmadan oynanmaya başlandı. Günbatımının verdiği mutlulukla, futbol sevgisinin bu muhteşem birlikteliği bir sezonun daha sonuna geldiğimizi anlatıyor bizlere.

Mutlu bir akşamüstü, televizyonun karşısına oturan futbolseverler hemen puan durumunu önlerine açıp başlıyorlar hesap yapmaya. Hangi takımın kazanıp, hangi takımın kaybetmesi gerektiğine kapsamlı matematik hesapları sonucunda ulaşılıyor. Sürekli kanallar değiştirilip canlı skorlar alınıyor ve heyecan ikiye üçe katlanıyor.

Bu sezon farklı bir heyecan olarak "Süper Final" bizi bekliyor. Ligde herhangi bir iddiası olan takım sayısını arttırması açısından mantıklı bir uygulama gibi gözükse de bütün getirilerini ve götürülerini iyice düşünmek lazım.



Süper Final Şampiyonluk Grubu'nda hiçbir sürpriz dikkatimizi çekmiyor. 4 büyüklerin boy göstereceği bu grupta puan farklarının fazla olması coşkuyu biraz düşürecek gibi gözüküyor. Son maçlardan alınacak sonuçlar puan farklarını değiştirebilir ancak çok büyük değişiklikler yaratamayacak çünkü lider Galatasaray rakiplerinden çok çok üstün bir tablo sergiliyor.

Süper Final Avrupa Ligi Grubu'nu ise garantileyen tek takım Bursaspor. Gençlerbirliği biraz daha avanatajlı; Gaziantepspor biraz daha geri planda da olsa bu grubun diğer 3 takımı için 5 tane aday var. Puan eşitlikleri durumda Eskişehirspor ve İstanbul Büyükşehir Belediyespor rakiplerinden birer adım önde. Oynanacak son maçlar çok büyük bir heyecan ve stres içerisinde geçecek.

Karabükspor, Mersin İdman Yurdu, Kayserispor ve Orduspor ne Süper Final için umut taşıyorlar ne de küme düşme tehlikesi yaşıyorlar. Maçlara bitse de gitsek havasında yaklaşmaları hiç şaşırtıcı olmayacak. Ankaragücü ve Manisaspor küme düşmeyi garantileyen takımlar oldukları için maçları bu 4 takımdan pek de farklı bir havada geçmeyecek.

Bank Asya 1. Lig'e gidecek son takım olmamak için muhteşem bir arzu ve coşkuyla oynayan Samsunspor, Sivasspor'u evinde yenmeli ve de Antalyaspor'un Fenerbahçe'den Kadıköy'de puan alamaması gerekiyor. Antalyaspor için ise alınacak bir puan yeterli olacak ancak Necati Ateş'in sürpriz gidişinden sonra bir türlü toparlanamamaları ve büyük bir paniğin içinde olmaları işlerinin biraz zor olduğunu gösteriyor.