Türkiye A Milli
Futbol takımı bu hafta oynadığı her iki karşılaşmayı da kaybederek Brezilya
umutlarını neredeyse bitirmiş oldu. Önce kendi sahasında Romanya’ya boyun eğen
milli takım, bugün de kesin parola galibiyet ile gittiği maçta Macaristan’a 3-1
yenilince 3 puanla rakiplerinin bir hayli gerisinde kaldı. Gruptaki kötü tablo
bir yana özellikle beklentilerin tam tersi sonuçlar alınması ve bir kez daha
yeni bir yapılanmaya giden milli takımın henüz 4.maçtan havlu atacak duruma
gelmesi en acı tablo olarak karşımıza çıktı.
Teknik direktör’ü
körü körüne eleştirmenin ve daha ilk maçlarda sabırsızca teknik ekibe cephe
almanın Türk futbolunu daha iyi yerlere getirmediğini birçok turnuvayı
kaçırarak görmüş bulunmaktayız. Her kısa vadeli başarısızlığın ardından yeni
bir yapılanma sözüyle gelen teknik ekibi değiştirip, başka bir ‘’yeni
yapılanmanın’’ temellerini atmaya çalışıyoruz. Gerek medya olsun, gerek
sabırsız taraftarlar olsun dört bir yandan baskılarla teknik ekipleri yıldırıp
değişikliği de sağlamış oluyoruz. Ancak tüm bu sabırsızlıkların ve değişim
merakının sonucunda zarar gören yine milli takım ve Türk futbolu oluyor. Tabi ki
konunun bir de diğer yüzü var. Herhangi bir milli takımı yönetmek ve o takımla
uğraşmak her ülkede fazlasıyla zordur. Sebeplerinden bahsetmek gerekirse, milli
takımlar bir kulüp takımı gibi her sene sil baştan yaratılabilecek ve her sene
sıfırdan başlayan hedeflerle düzelebilecek bir konumda değiller. Bir milli
takım için başarı ölçüsü ancak 4’er senede bir yapılan 2 turnuvayla sınırlıdır
ve bir şeyler denemek neredeyse imkansızdır. Çünkü yeni şeyler denerken pek çok
turnuvayı da kaçırma ihtimaliniz vardır. Senede çok az maç olması ve toplama
oyunculardan oluşması gibi milli takımlar turnuva formatından kaynaklanan
sorunlar sebebiyle kulüp takımlarından kesin bir çizgiyle ayrılır milli takımlar.
Bu durumda genellikle teknik ekibin de eli kolu bağlı olur. Deneme şansları ve
onlara gösterilen sabır da pek azdır haliyle. Olaya bu açıdan bakınca da
sürekli teknik ekip değişliği ve yeni yapılanmalara gidilmesi olağan olarak
gözükebilir.
Olayın teorik
yanından her iki bakış açısıyla anlattıktan sonra şimdi de pratik yönünü yani
milli takımın şu andaki durumunu inceleyelim. Yazımın başında da bahsettiğim
gibi arka arkaya kaybedilen puanlar matematiksel olarak bizi çok kötü bir duruma
sokmanın yanında psikolojik açıdan da bir hayli hırpalamaktadır. Beklentilerin 6
puan olduğu 2 maçta 0 çekilmesi tam bir kaos ortamını da beraberinde
getirmektedir. Zira Türk milli takımının yakın dönemdeki yani son 10-12 yıldaki
eleme grubu performansını incelediğimizde genellikle grup aşamasını
2.tamamlayan bir takım karşımıza çıkmakta. Zaten ülkeleri ayırdığımız zaman da
milli takımın 2.klasman takımlar arasında olduğunu söyleyebiliriz. Genellikle
2.tamamlanan grup aşaması sonrası oynanan Play-Off maçı sonucuna göre turnuvaya
katılan veya katılamayan bir milli takım olduğumuzdan söz edebiliriz. Bu da
aslında Türk milli takımının eleme aşamalarında (Turnuva performansı değil) bir
standarda sahip olduğunu göstermekte. Gelen her yeni ekibin hedefinin de bu
standardı her turnuvaya katılabilen bir milli takım seviyesine çekmek olduğunu
görebiliyoruz. Gelen hiçbir ekip bu standardı yükseltemese de en azından
korumuş ve milli takıp çoğu kez Play-Off’a kalabilmiştir. Ancak ne yazık ki
Abdullah Avcı’nın bu standardı yükseltmek bir yana, korumak konusunda da pek zayıf
kaldığını ortada. Matematiksel olarak o kadar kötü bir tablo var ki karşımızda “henüz
erken” sözleri bile yetersiz kalmakta.
Teknik ekibin ve “Yeni
Yapılandırma” adı altındaki bu çalışmaların kredisinin fazla olmasından yanayım
ancak oyun anlamında bir gelişme görememenin yanında puan olarak da hiç bir şey
elde edilememiş olması bu krediyi hızla tüketmekte. Tabi ki Abdullah Hoca’nın
aklında çok doğru hamleler vardır ancak daha önce de söylediğim gibi milli
takımlar deneme-yanılma metotlarının uygulanabilmesi açısından çok kolay yerler
değildir. Taraftarların ve medyanın gözünde kredisi bir hayli azalan Abdullah
Hoca’nın bundan sonraki aşamalarda işi bir hayli zor ve tabi ki milli takımın
da.
Toparlamak
gerekirse; Abdullah Hoca’yı, yaptıklarını ve oynattığı oyunu başarılı
bulmuyorum ve onu desteklemiyorum ancak körü körüne onun karşısında da değilim.
Asıl bahsetmek istediğim konu da zaten bu. Abdullah Avcı’nın, Guus Hiddink’in
veya Fatih Terim’in körü körüne karşısında olmak, en küçük başarısızlıkta veya
ters giden bir şey olduğunda derhal bir değişiklik istemek Türk futboluna
hiçbir zaman yaramadı ve yaramayacak da. Türk futbolunda bir şeyleri değiştirmek
istiyorsak önce taraftarlar ve medya başta olmak üzere bu sabırsız ve duygusal
bakış açısını değiştirmeli, olaylara daha mantıklı ve sakin bir bakış açısıyla
yaklaşmalıyız. Ancak bu şekilde Türk futbolunu ve bu futbolun standartlarını istediğimiz
noktaya getirebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder