31 Ocak 2012 Salı

Sebepsiz Uçurumlar



Spor Toto Süper Lig’de 2. Yarıya geçiş beraberinde bir takım farklılıkları da getirdi. 2. Yarının başlangıcı itibariyle tehlikeli ve iddialı takımların isimleri ilk yarıdan biraz daha farklı. İlk yarıya Anadolu Kulüpleri köşesinden damgasını vuran ve bu senenin patlayan takımları denen kulüpler ikinci yarıyla çok ciddi bir düşüşe geçtiler: Eskişehirspor , Mersin İdman Yurdu, Manisaspor.

Eskişehirspor sezona Skibbe’yle başlamıştı.2 önemli galibiyetin ardından alınan mağlubiyetler tam Skibbe’nin koltuğunu sallamaya başlamışken, art arda kazanılan maçlar ve yakalanan seri Alman çalıştırıcıyı kurtardı derken sürpriz bir şekilde Skibbe Hertha Berlin’in yolunu tuttu. Bayrak Ersun Yanal’a devredildi ancak onu futbol dışı sesler ve yılan hikayesine dönen Alper transferi karşıladı. Dolayısıyla da tecrübeli hoca dikiş tutturamadı ve aranan çıkışı yakalayamadı.

Bank Asya 1. Lig’den yeni çıkan her takım gibi Mersin de tabiri caizse Süper Ligin gediklilerinden bir takım oluşturdu. İyi başlanan bir ilk yarının sonlarında kötü gidişatın başlayacağı sezilse de bu derece bir düşüş kimsenin düşüncesinde yoktu. Neredeyse kadrodaki herkesin Süper Ligi çok iyi tanıyor olması Nurullah Sağlam adına bu kasırgadan kurtulmak için tek yol gibi gözükmekte.

Manisaspor ilk yarıda Süper Lige renk katan en önemli takımlardan biriydi. Pozitif futbolu ve tecrübeli-genç sentezini ön planda tutan Manisaspor’un yakalanan en kötü serilerden birine sahip olmasının sebeplerini bilemiyoruz. Yaşanan kaos Kemal Özdeş’in istifasıyla sonuçlansa da yerini alan genç çalıştırıcı Ümit Özat ileriye doğru olumlu adımlar atmaya çok istekli gözüküyor. Sonucu zamanla hepimiz göreceğiz.

Eskişehirspor 7, Mersin İdman Yurdu 7, Manisaspor ise 11 maçtır 3 puan yüzü göremediler. Bu güzel futbol kentlerimizin kötü seriler yakalamalarının sebeplerini çoğunluğu futbol dışı olduğu için bilemesek de dört gözle hak ettikleri başarılara ulaşmalarını bekliyoruz.
Eskişehirspor 7, Mersin İdman Yurdu 7, Manisaspor ise 11 maçtır 3 puan yüzü göremediler. Bu güzel futbol kentlerimizin kötü seriler yakalamalarının sebeplerini çoğunluğu futbol dışı olduğu için bilemesek de dört gözle hak ettikleri başarılara ulaşmalarını bekliyoruz.

27 Ocak 2012 Cuma

Benzer Senaryo Moussa Sow

Yıl 2003,Fenerbahçe'nin derdine derman olacak bir Hollandalı geldi takıma:Pierre van Hooijdonk.Güzel futbolu,frikikleri ve golleriyle Fenerbahçe'yi şampiyonluğa taşıdı.Daha sonra efsane olacak bir Cruzeiro'lu nun gelişiyle arka planda kalıp takımdan ayrılsa da ''Bir Hooijdonk gelmedi şu takıma'' sözleriyle anılacak kadar iz bıraktı Fenerbahçe taraftarının kalbinde.Hooijdonk'dan sonra gelen her forvet türlü sebeplerle ağır eleştirilere maruz kaldı.Her giden geleni arattı adeta forvet mevkinde Fenerbahçe'nin.Nobre,Anelka,Kezman,Guiza derken forvetler birer birer ayrıldı.Tam ''İşte'' derken Niang da biraz futbol dışı sebeplerden de olsa ayrılanlar kervanına katılan son isim oldu.Şimdi de sırada Bienvenu var gibi gözüküyor.

Fenerbahçe'deki forvet sorunun kaynağı olarak çeşitli sebepler sayılabilir.Öncelikle Fenerbahçe taraftarı;sabırsızlığı ve her geçen gün artan beklentisiyle forvetlerin üstünde çok ciddi bir baskı oluşmasına sebep oluyorlar.Takıma uygunluğuna bakmadan ve yeterince araştırmadan transfer yapmayı hobi edinen Fenerbahçe Yönetimi de söylenebilir sebepler arasında.Karnesinde ''En az bir kere Gol Kralı olmuştur'' ibaresinin yer alması ise forvetlerin Fenerbahçe'de oynayabilmesi için adeta bir vize haline geldi.Pek çeşitli sebeplerin yanında çözüm önerileri fazlasıyla kısır.Tek suçlu gelen forvet oyuncusuymuş gibi her sene forvet hattının yeniden kurulmaya çalışılması pek acı.Moussa Sow da bu çözüm politikasının son oyuncularından.

Moussa Sow'a gelince,Fenerbahçe'nin kılıfına Bienvenu veya Guiza'dansa çok daha uygun bir forvet.Niang gibi aralara kaçmasının yanında örnek aldığı Eto'o gibi tekniğinden ziyade hızını ve fiziğini iyi kullanıyor.Nispeten daha etkili bitirici vuruşlarının yanında kanatlarda da oynayabiliyor.Ve tabiki ''Gol Kralı'' ünvanına sahip.Olumlu profilinin yanında,sayısal anlamda sadece geçen sezon etkileyici bir performans ortaya koyması ise şüpheli gözüken taraflarından.

Moussa Sow iyi bir transfer gibi dursa da görünürde pek değişen birşey yok aslında Fenerbahçe cephesinde.Tablo taraftarın alışık olduğu cinsten:Heyecanla beklenen bir yabancı,yedekte duran bir Semih ve bel bağlanan bir Alex.Acaba Moussa Sow tabuları yıkıp Fenerbahçe'nin değişilmez forvetlerinden biri mi olacak ? Yoksa yine benzer senaryo mu seyredilecek ? Hep beraber göreceğiz.

Sivas'ın Yollarına

Süper Ligde en büyük puan farkı 8 puanla 3. ile 4. arasında. Gerçekten güzel futbol oynayan takımlardan oluşan ve oldukça uzun olan " play-off un 4. takımı adayları listesinde" Sivasspor paramparça ettiği tabularıyla fazlasıyla dikkat çekici.2004 Yunanistan'ının Türkiye kulüp temsilcisi olarak bilinen Sivasspor takımı bu "lekeden" arındı ve Trabzonspor ile beraber ligin en golcü 2. takımı olarak belki de tarihinde ilk kez "sempatik" bir şekilde yoluna devam ediyor.

Geçen sezon sonunda düşmekten son anda kurtulan bu takım bugüne baktığımızda pozitif futbolun ilkelerine elinden geldiğince bağlı kalmaya çalışan bir tablo sergilemekte.Rıza Çalımbay’ın sihirli değneği mi yoksa değişen futbolcu profilinin sindirilmesi midir bilinmez ama bu yeni Sivasspor’un bütün maçları merakla beklenir oldu. Çok güçlü bir forvet olan Eneramo ve arkasında oynayan teknik kapasitesi yüksek Grosicki bu takımda başı çeken oyuncular olarak göze çarpıyor. Öne de geçse geriye de düşse Sivasspor her rakibi için korkutucu bir takım pozisyonunda.

21 Ocak 2012 Cumartesi

Afrika Uluslar Kupası


28.Afrika Uluslar Kupası bugün Ekvator Ginesi - Libya maçıyla başlıyor.21 Ocak-11Şubat tarihleri arasında düzenlenecek turnuvayı iki ülke Gabon ve Ekvator Ginesi ortak düzenliyor.Bu sene turnuvaya katılan ülkelerden ziyade katılmayanlar dikkati çekmekte.Turnuvanın 7 şampiyonlukla en başarılı takımı Mısır'ın yanı sıra Güney Afrika,Nijerya,Togo ve Kamerun elemeleri geçemedikleri için turnuvaya katılamıyorlar.Turnuvanın en büyük favorisi 20 senedir kupanın özlemini çeken Fildişi Sahilleri.Gana,Senegal ve Fas da yine şampiyonluk adayları arasında.Mısır ve Güney Afrika'yı saf dışı bırakarak turnuvaya katılan Nijer ve katılan ülkeler arasında uluslar sıralamasında en son sırada olduğu halde Başkanlarının şampiyonluk hedefi koyduğu ev sahibi Ekvator Ginesi performansları merakla beklenen diğer ülkeler.
Afrika Uluslar Kupası Avrupa Kulüplerince en az sevilen organizyon olarak gözükmekte.Şubat ayında oynandığı için pek çok yıldızını turnuvaya yollamak zorunda kalan Avrupa Kulüpleri haklı olarak bundan şikayetçi.Bu sene turnuvada Yaya Toure,Kolo Toure,Gervinho,Sow,Niang,Demba Ba,Chamakh,Keita,Ayew,Asamoah Gyan ve tabiki Didier Drogba gibi yıldızların performanslarını futbolseverler merakla bekleyecek.
Dünya Futbolu her ne kadar Avrupa ve biraz da Güney Amerika eksenli olsa da Afrika Ülkeleri de emin adımlarla ilerliyorlar.Geçmişten bugüne önemli mesafe kateden Afrika Ülkeleri henüz Dünya Kupalarında büyük bir başarıya imza atmamış olsa da Avrupa'da oynayan birçok Afrika'lı futbolcu pek çok futbolseverin gözdesi olmuş durumda.Afrika futbolunun gelişmesi Dünya Futbol'unun da gelişmesine ve çeşitlenmesine doğrudan sebep olabilir.Bir Dünya Kupası öncesi favorilerin "Brezilya,Almanya,İspanya,Gana,Nijerya" şeklinde sayılması yakın gelecekte biraz hayal olsa da iki yada üç jenerasyon sonra gerçekleşmesi halinde çok daha keyifli ve adına yakışır şekilde gerçek bir DÜNYA Kupası seyredebiliriz.

17 Ocak 2012 Salı

Takım Ruhu


Süper Lig'de haftalar ilerledikçe hem üst sıralar hem de alt sıralar şekillenmeye başladı.Trabzonspor'un da derinden yükselişiyle ilk 4 sırada " 4 Buyukler" var ama bu yere " sadece formasıyla" gelmeyen kac takim var?
Galatasaray takımı oyuncuları çıktıkları her maçtan galip geleceklerinden çok eminler.Yakalanan bu hava bütün takım tarafından benimsenmiş durumda ki Fatih Terim genç yetenekleri rahatlıkla kadroya monte edebiliyor, bu oyuncularin hırs ve istekleri sayesinde maksimum verimi alabiliyor. Bu gerçekler bütününden tüm Turkiye gibi Galatasaray'ın rakipleri de farkında. Bu farkındalık onların ayaklarının titremesine, gol pozisyonlarını cömertçe harcamalarına ve hatta gol atsalar bile Galatasaray'ın onlardan fazlasını atacağını bilmelerine yol açıyor.
Ne Fenerbahçe ne de Beşiktaş böyle bir ruha sahip. Kazanma hırsından ve inançtan yoksunluk girilen pozisyonlarin da boşa harcanmasına yol açıyor. Hem Beşiktaş'da hem de Fenerbahçe'de gerek takım içi gerek futbol dışı nedenler, belki de bu iki büyük takımın şampiyonluk yarışında Galatasaray'ın bir adım gerisinde kalmalarına sebep olucak.
Sürprizlere açık gibi gözüken, sadece Galatasaray'ın yoluna başarılı ve emin adımlarla ilerlediği lig maratonu, tabi ki yapılacak transferlere de bağlı ama sürpriz bir sonuçla bitmeyecek gibi duruyor.

13 Ocak 2012 Cuma

Deplasman Günlükleri

4 Ocak’ta oynanan Beşiktaş – Eskişehirspor ve 10 Ocak’ta oynanan Galatasaray – Adana Demirspor maçlarını Deplasman tribününden takip ettik.Türk futbolundaki Deplasman Tribünü Olgusunu daha iyi anlayabilmek ve sempatizanı olduğumuz Anadolu Kulüplerini desteklemek amacıyla bu maçları yerinde seyrettik.Deplasman Tribünü Olgusu hakkında sorulan şu sorulara kendimizce cevaplar bulmaya çalıştık:Deplasman Tribününde nasıl bir ruh hali var? Soğuk havaya ve uzun yolculuklara rağmen deplasmana neden gidilir? Neden Deplasman Tribünleri tehlikeli olarak görülür? Takımını deplasmanda desteklemekle kendi evinde desteklemek arasındaki fark nedir?
Deplasman Tribünü Olgusunu oluşturan temel sebep,tuttuğun takımı hayatının bir parçası olarak görmek,o takım için her türlü cefaya katlanmak yani kısacası taraftar olmaktır.Deplasmana giden taraftar için en büyük fedakarlık tabiki de uzun yolculuklardır.TT Arenada bu durumun çok güzel bir örneğini gördük.Adana Demirspor taraftarı Adana’dan yani 1000 km öteden 25 otobüsle hiçbir tur umudu olmadan sadece takımlarını desteklemek için Arena’ya geldiler.Soğuk havaya ve yenilen 4 gole rağmen 1 dakika bile durmadan desteklerini sürdürdüler.Deplasman tribünün keyfi ve sıcaklığı ne maçın gidişatıyla ne de takımın ligdeki durumuyla ilgilidir.Olay sadece takımının gurbette de sonuna kadar yanında olmaktır.Mesela 4 Ocak’taki Beşiktaş – Eskişehirspor maçında futbolcuların bile görülmesini engelleyen yoğun sis deplasman taraftarını engelleyememiştir.Onlar maçı statta olmalarına rağmen izleyemeseler de takımlarına destek vermeleri bu maçtan keyif almaları için yeterli olmuştur.


Böyle güzel ve sıcak keyiflerin yaşandığı deplasmanların holiganlığın ve futbol terörünün kalesi olarak görülmesi sadece insanları deplasman tribününe karşı soğutmuyor aynı zamanda kamuda deplasmana giden insanlara karşı büyük bir önyargının da oluşmasına sebep oluyor.Deplasman tribünü,toplumda oluşan önyargıların aksine futbol sevgisinin en samimi doruk noktasıdır.Eminiz ki deplasmana öcü gibi bakmaktansa saygı duyup desteklemek ;yasaklamaktansa teşvik etmek Türk Futbolunu yıllardır arzulanan seviyeye getirecektir.

11 Ocak 2012 Çarşamba

FIFA Yılın 11'i

Bu hafta İsviçre'nin Zürih kentinde FİFA BALLON D'OR (Altın Top) ödülleri sahiplerini buldu.Pek çoğumuzun da tahmin ettiği gibi Lionel Messi yine yılın futbolcusu ödülünü kazanırken C.Ronaldo ve Xavi ikinci ve üçüncü sırayı elde ettiler.Guardiola Yılın Teknik Direktörü,Homare Sawa Yılın Kadın Futbolcusu ve Neymar da Puskas Yılın Golü ödülünü kazandı.
Kazananlardan kısaca bahsettikten sonra şimdi asıl bahsetmek istediğim konuya gelmek istiyorum:FIFPro Yılın 11'i.Bu seneki kadroya gözle görülür bir şekilde El Clasico hegemonyası hakim.Barcelona'dan 5 (Messi - Xavi - İniesta - Pique - Alves) , Real Madrid'den 4 (Ronaldo - Alonso - Casillas - Ramos) oyuncu kadroda kendilerine yer bulabildi.Diğer iki isim Rooney ve Vidic'in kadroya alınma sebepleri ise adeta ''Bunları da alalım da kadroda La Liga dışından da adam olsun'' cinsindendi.Bu tabloya çok da şaşırmamak gerek aslında.Özellikle son dört senedir Real Madrid ve Barcelona'nın diğer takımlara karşı üstünlükleri net bir şekilde ortada.Bu üstünlüğün de en açık göstergesi El Clasico'ya olan ilginin hızla artması.El Clasico'nun günümüzdeki popularitesi ne bir Dünya Kupası Finalini ne de bir Şampiyonlar Ligi Finali'ni ( Muhtemel Final Real - Barça olursa yine aynı kapıya çıkıyor ) aratacak cinsten.O görkemli Liverpool - Milan veya M.Unt - B.Münih finallerine çok uzağız bu günlerde zira bu dört takımdan ikisi şampiyonlar liginde bile değil bu sezon.
Bireysel olarak El Clasico maçlarından bir hayli keyif alsam da tablonun bu şekilde olması beni de rahatsız etmiyor değil.Duruma pozitif bakarsak,şuan diğer takımların toparlanma aşamasında olduğunu söyleyebilir,Real-Barça'nın güç kaybetmemesi ve diğer takımların da bu kaliteye gelmesiyle harika maçlar izleyeceğimizi öngörebiliriz ama biraz kötümser olduğumuzda, Real Madrid ve Barcelona diğer takımlarla olan mevcut kalite farkını daha da açacak olursa en iyi 11'i belirlemek için FIFPro YILIN 11'i ödülünü vermek yerine El Clasico maç kadrolarını yazmak yeterli olacaktır.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Bastır Ankaragücü


Bilindiği gibi Ankaragücü camiası hayli zorlu bir süreç içersinde.Ekonomik sıkıntılarla başlayan bu süreç,oyuncuların birer birer ayrılması ve takımın ilk yarıyı son sırada tamamlamasıyla daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmişti.Ancak bu hafta hiç beklenmedik bir şekilde gelen mucizevi Mersin galibiyeti Ankaragücü için hala bir umut ışığı olduğunu gösterdi.
Ankaragücü taraftarları da bu umut ışığının farkında ve desteklerini bir an olsun zor durumdaki takımlarından esirgemiyorlar.Mersin galibiyeti sonrası,maaşları bile ödeyemeyen kulübün galibiyet primi veremeyecek durumda olması nedeniyle başlattıkları kampanyada toplanan 30 bin TL'yi galibiyet primi olarak takımlarına armağan eden Ankaragücü taraftarları ''Bu Mücadelede Sizin Yanınızdayız'' mesajını da vermiş oldular.
Bu galibiyet Ankaragücü'ne 3 puandan çok daha fazlasını -taraftarın takımına,takımın da kendine olan güvenini - kazandırdı.Eğer taraftar ve oyuncular başta olmak üzere tüm camia bir bütün olup kenetlenebilirse Hakan Kutlu ve öğrencilerini kahraman yapacak bir Kurtuluş Hikayesine tanıklık edebiliriz yada böyle bir kenetlenmenin eksikliğinde Ankaragücü için çok daha kötü bir senaryoyu canlı seyredebiliriz.Kurtuluş Hikayesini mi yoksa Sonun Başlangıcını mı izleyeceğimize ise zaman karar verecek ...

Tünelin Sonu


Spor Toto Süper Lig´deki her takım gibi Kayserispor´un da istikrarsızlıkla başı dertte.Tabiri caizse bir gün kazanıp bir gün kaybediyor,bir gün play-off adayıyken diğer gün ilk sekiz şansını zora sokuyor ve neredeyse hiçbir maçında vasatı aşamıyor ancak tüm bunlara rağmen Şota´ya olan desteği belki de her gün arttırarak yoluna devam ediyor Kayserispor..

Bir takımın başarısını bir sezonla hatta yarım sezonla değerlendirmezsek Kayserispor´un iyi sinyaller verdiğini söyleyebiliriz.Genel yargı olan tecrübeli iskelete genç oyuncuların monte edilmesinin bir üst modeli olarak genç bir iskelet kuran Şota bir senelik değil yedi sekiz senelik takım kuracak gibi görünüyor.Yönetimden aldığı destekle de kendine güvenini pekiştiren genç çalıştırıcı süper lig ve milli takım için tünelin sonundaki ışık olabilir...

Kayserispor´un Gençleri:

Hasan Ali Kaldırım-1989
Sefa Yılmaz -1990
Okay Yokuşlu -1994
Furkan Özçal -1990
Okan Alkan -1992
Ömer Şişmanoğlu -1989
Gökhan Değirmenci-1989
Nadir Çiftçi -1992
Engin Bekdemir -1992
Cem Sultan -1991

3 Ocak 2012 Salı

Ofsaytta Doğan Adam...


Filippo “pippo” inzaghi denince akıllarımıza juventus,milan,gol ve ofsayt geliyor.Futbolun yakın tarihine şöyle bir baktığımızda 1991 yılında başlayıp halen devam etmekte olan başarılarla dolu bir kariyer dikkatimizi çekecektir ancak herkesin sorduğu soru : bu kadar başarıya rağmen neden bu kadar az şöhret?
24 yaşında Juventus’a transfer olduğunda gole olan yatkınlığını kanıtlamış ve Zidane ve Del Pierio’yla çok iyi bir üçlü olmuş da olsa, ağır eleştirilerden kurtulamamıştır. Ne Milan’daki göz kamaştırıcı karnesi ne de Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü futbolcusu(2007) ünvanını kazanması üzerine kara bulutlar gibi çöken laneti ve tanımı silip atamamıştır:Ofsaytta doğan adam.....
Sir Alex Ferguson’la vücut bulan tanım,İnzaghi için söylenen “beleşçi forvet” sözünün hem daha gerçekçi hem daha iyimser biçimi olsa da bu adlandırmaların İnzaghi’nin hoşuna gideceği şeyler olmasını kimse bekleyemez. Aslında bir İtalyanın beğenebileceği forvet tipinden çok, hakeme oynayan bir Alman forvetten beklenecek tarzda , izleyiciden çok teknik direktörlerin isteklerine hitap eden , şovdan ziyade sade ve gole yönelik futbolu boylesine şiddetli eleştrilmesinin sebebi olabilir. Ama hiçbir sebep İnzaghi’nin” neredeyse oynadığı maç sayısı kadar ofsayt pozisyonunda kalmış olmasının yarattığı etkiyi yaratamaz.
Defans oyuncularının zaaflarından yararlanarak,gölü koklama yeteneğinden de aldığı destekle genellikle “kolay” goller atan İnzaghi ; bazen de kendi zaaflarını gizleyemeyerek “ucuz” ofsayt taktiklerinin kurbanı olmuş olabilir ve de bu yapılan bütün yorumları doğrulayabilir ancak başarılı bir geçmişi göz ardı etmemek gerekir....

Sebastián "El Loco" Abreu


Çok değil iki sene önce, 2010 Dünya Kupası.Hafızalardan silinmeyecek bir maç Güney Afrika topraklarında sahne alıyor.Bir yanda Gana.Daha önce hiçbir Afrika takımının yapamadığını yapıp Yarı Final'e çıkmak istiyor.Diğer yanda ise Güney Amerika'nın sönmüş yanardağı Uruguay yeniden alevlenip eski gücünü tekrar yakalama peşinde.İki takım için de tek hedef var:Yarı Final.Karşılaşma 1-1 ve herkes penaltı atışlarına hazırlanırken Gana son dakikada penaltı kazanıyor ve turnuvanın parlayan yıldızı Asamoah Gyan topu direğe nişanlayarak nerdeyse tüm Afrikayı yasa boğuyor.Topu çizgi üzerinden elle çıkararak penaltıya sebebiyet veren ve oyundan atılan Luis Suarez başta olmak üzere tüm Uruguay sevinç içinde ve bir o kadar da şaşkın.Maç penaltılara gidiyor.Ve sonra belki Gana'nın moral bozukluğu,belki sadece şans ama Uruguay Yarı Finalde.
Pek çoğumuzun çok iyi bildiği bu unutulmayacak maçı şöyle bir hatırlayalım istedim.Asıl anlatacağım hikaye ise bu maçın sadece son anından oluşuyor.Uruguay'a turu getirecek son penaltı.Topun başındaki isim Sebastian Abreu çok büyük bir riske girerek ''Panenka'' vuruşu diye tabir edilen,topa yavaşça hareketlenerek başlanıp kalecinin bir köşeye yatmasını bekleyip hafiften topun altına girerek zarif bir aşırtma vuruşuyla topu ağlara değdirmeden golü yapma işlemi ile son bulan penaltı vuruşunu kullanıyor ve takımını yarı finale taşıyor.Ama Abreu penaltıyı o vuruşu seçtiği için kaçırsaydı onu nelerin beklediğini kimse tahmin bile edemezdi.Peki böylesine büyük bir tecrübe muhtemelen son Dünya Kupasında böylesine büyük bir riske gözü kapalı girer miydi? Her ne kadar Dünya Kupası tarihinde bu riske girenler (Zinedine Zidane) varolsa da Abreu'nun penaltı tercihinin altında bambaşka bir hikaye var.
       İlk penaltılar atılırken Abreu takımının kaleci antrenörüne Gana kalecisinin topa erken atlayıp atlamadığını sorar.Antrenör 'Evet.Sanırım erken atlıyor' der.İkinci penaltılarda Abreu sorusunu yineler.Antrenör daha emin bir şekilde 'Evet.Kesinlikle erken atlıyor' der.Üçüncü penaltılarda Abreu bir kez daha aynı soruyu sorar.Antrenör bıkmış bir şekilde 'Evet' der ve Abreu'nun yanından ayrılır.Dördüncü penaltı sırası Abreu'nundur.Kalecinin erken atladığını bilerek kendinden emin bir şekilde penaltıyı gole çevirir.Her ne kadar riske girmiş gibi gözükse de aslında Abreu mükemmel bir zeka ve tecrübe örneği göstermiştir.
Sebastian Abreu 1996 yılında Defensor takımında başladığı futbol kariyerine şuan Botafogo klubünde devam ediyor.Abreu kariyeri boyunca 9'unda kiralık olmak üzere 20'ye yakın farklı klüpte forma giymiştir.Abreu'yu Abreu yapan en önemli özellik ise gittiği her ülkede Türkçede 'çılgın' anlamına gelen EL LOCO lakabıyla anılması ve hep 13 numaralı formayı giymesidir.Her ne kadar Avrupa futbolunda çok tutunamadığı için buralarda pek tanınmasa da Güney Amerika futboluna adını farklı şekilde de olsa altın harflerle yazdırmıştır.Umarım 2014 Dünya Kupasında El Loco Uruguay milli takımındaki yerini alır ve bizler de onu kendi kıtasındaki bir Dünya kupasında keyifle seyredebiliriz.