30 Ekim 2012 Salı

Süper Lig 9.Hafta


HAFTANIN TAKIMI ANTALYASPOR

 
Oynadığı güzel ve pozitif futbol ile muhteşem çıkışını sürdüren Antalyaspor bu hafta herkesi şaşırtarak Fenerbahçe'yi deplasmanda yendi ve belkide sezonun en zor maçından galibiyetle ayrıldı. Bu galibiyetle Fenerbahçe'nin sahasında yenilmemezlik rekorunu alt üst eden Şifo Mehmet'in öğrencileri zirve yolunda da Galatasaray ile puanları eşitleyerek ikinci sıraya yerleşti ve bizim değerlendirmemizce de 2 hafta üst üste haftanın takımı oldular.

HAFTANIN KAYDA DEĞER TAKIMI : GAZİANTEPSPOR

 
Hikmet Karaman ‘ın ekibi bu sezona geçen sezondan dolayı olan beklentilerin çok çok uzağında başladı. Orduspor ‘a sezonun ilk mağlubiyetinin tattıracaklarını da kimse pek beklemezdi ancak 3-0 gibi net bir skorla bir nevi geri döndük dediler. Artık geçen sezonda yaşadıkları çıkışı tekrar yakaladılar demek gerçekçi olmayacaktır ama yine de bunu umut etmek boşa uğraşmak değildir.

HAFTANIN OLAYI : 
Süper Lig ‘de ilklerin haftası

 
Herkesin belirttiği ve konuştuğu gibi bu hafta bir takım rekorlar ve “kötü talihler” tarihe karıştı. Fenerbahçe evinde 47 maç sonra kaybetti, Bursaspor Trabzon ‘u ilk kez Avni Aker ‘de mağlup etti, Orduspor ilk mağlubiyetini aldı ve Mersin İY yaklaşık 200 günlük bir aradan sonra 3 puan aldı. Dolayısıyla sezonun en keyifli haftasını geride bıraktığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz.  

HAFTANIN GOLÜ : 

AVRUPA FUTBOLUNA GENEL BAKIŞ :

İngiltere'de bu hafta iki büyük maç oynandı. Merseyside derbisi beraberlikle sonuçlanırken her iki takımda kötü gidişi durduramadı. Zirveyi yakından ilgilendiren maçta 9 kişi kalan Chelsea, evinde M.United'a yenilerek önemli bir avantajı değerlendiremedi. Almanya'da B.Münih bu sezonki ilk mağlubiyetini evinde Leverkusen'e karşı aldı. İspanya'da ise devlerin kayıpsız geçtiği bu haftadan itibaren zirve yavaş yavaş şekillenmeye başladı. İtalya'da çıkışını sürdüren İnter üst üste 5.galibiyetini alarak lider Juventus ile puan farkını 4'e indirmiş oldu. Avrupa genelinde gol krallığı bu hafta sonunda şu şekilde oluştu:
Messi             13
C.Ronaldo      11
Falcao            10
İbrahimoviç   10
 
HAFTANIN KARESİ :



28 Ekim 2012 Pazar

Radamel Falcao García Zárate



Yıl 2003, River Plate takımı 17 yaşındaki bir genç yeteneği Kolombiya’dan Arjantin’e getiriyor ve alt yapısında yetiştirmeye başlıyor. 2 senelik yatırımların ve çalışmaların ardından bu genç yetenek 19 yaşında ilk defa A takım ile maçlara çıkmaya başlıyor ancak çoğu Güney Amerika’lı futbolcunun bir iki yılda kazandığı ünü ve tanınmışlığı neredeyse 7 sene sonra şimdilerde kazanan bu genç yetenek yeteneklerinin meyvelerini yeni yeni toplamaya başladı.


Falcao’nun 2005 sezonunda resmi olarak başlayan ve 4 yıl devam eden River Plate macerası büyük başarılar veya sansasyonel olaylarla geçmedi. Falcao River Plate’te yetişti ve şu anda sahip olduğu yetenekleri bu takımın alt yapısında kazandı ancak kariyerinin en sönük yıllarıydı River Plate yılları. Her ne kadar goller atsa ve güzel futbol ortaya koysa da yaşadığı sakatlıklar ve düzenli bir forma girememesi onun Avrupa’ya transferini geciktirdiği gibi üst düzey bir kulübe de transferini güçleştirdi. İnişli çıkışlı Arjantin yıllarına rağmen Falcao Porto’nun scout ekibinin gözünden kaçmadı. 3 Milyon Euro gibi cüzi bir ücret karşılığında Portekiz’in yolunu tutan Falcao’nun transferi o günlerde Avrupa’nın hiçbir yerinde gündeme dahi gelmemişti. O günlerde 24 yaşına gelmiş bir futbolcudan kimsenin çok büyük beklentileri yoktu elbet ancak Falcao ilk sezonunda Porto’da gayet başarılı bir grafik sergiledi ve çıktığı 43 resmi maçta 34 gol kaydetti.



Bir sezon başarılı oldu diye kimse onu kral ilan etmeyecekti elbette ancak ikinci sezonunda Falcao kendisinden beklenenden çok daha fazlasını ortaya koymaya başlıyordu. 2010-2011 sezonunda 37 resmi gole imza atan Falcao attığı gollerin yanında oynadığı futbol ile de göz dolduruyordu. Avrupa Ligi’nde attığı 17 gol ile bir sezonda Avrupa Kupalarında gol atma rekoru kıran Falcao Porto’yu Avrupa Ligi şampiyonluğuna taşıyordu. İşte bu sefer Avrupa’da transferin en gözde ismi olmuştu yıldız oyuncu. Rekor bir ücretle 40 Milyon Euro karşılığında İspanyol Atletico Madrid kulübüne transfer oldu. Burda da gollerine aralıksız devam eden Falcao çıktığı 50 maçta 36 gole ulaştı ve A.Madrid ile de Avrupa Ligi şampiyonluğu yaşayarak üst üste iki kere Avrupa Ligi şampiyonluğu yaşamış oldu. Şu anda devam etmekte olan sezonda La Liga’da 9 golü bulunan Falcao, Messi ve Ronaldo ile kıyasıya bir gol krallığı rekabetine girmiş durumda.


3 yıl önce sıradan bir Güney Amerika kökenli forvet gözüyle bakılan Falcao çok kısa bir sürede elde ettiği büyük başarılar, attığı goller ve oynadığı muazzam futbol ile otoritelerden tam puan aldı ve almaya da devam ediyor. 1.80’den kısa boyuna rağmen hava toplarındaki hakimiyeti, her pozisyonda golü bulabilecek bir bitiriciliğe sahip olması, oyuna gollerinin dışında çok yönlü katkı yapması onun üstün meziyetlerinden birkaçı. Serbest vuruşlardan bile gol bulabiliyor olması ise cabası.

Radamel Falcao sadece 3-4 sene içerisinde yaptığı inanılmaz çıkış sayesinde pek çokları tarafından şu anda dünyadaki en iyi forvet oyuncusu olarak tanımlanıyor. İyi,kötü her yerde değişir ve tartışılır ancak Falcao’nun şu anda en formda forvet oyuncusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Avrupa transfer piyasasının da zirvesinde yer alan Falcao, özellikle forvet sıkıntısı çekilen bu günlerde pek çok kulübün bir numaralı ihtiyacı konumunda. Falcao kısa zamanda yaptığı bu çıkışı sürdürür, formunu kaybetmez ve gollerini sürdürürse efsane forvetler arasına adını yazdırması hiç de zor olmaz.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Yine Yedek Kulübesi


                    
                        

Geçen sezon tabiri caizse gümbür gümbür top oynayan Galatasaray ‘da aksayan ender noktalardan biri olarak dikkat çekmişti “kadro derinliği”. Futbolda her unsur birbiriyle fazlasıyla iç içedir ancak yedek kulübesinde bulunacak “etkili” isimlerin eksikliği diğer unsurlardan daha uzun menzilli bir eksikliktir. Geçen sezon da üzerinde durduğum bu konu şu anki durumda yani Şampiyonlar Ligi ‘nde de yarışılması durumunda daha da göz önüne çıkmaktadır.

Fatih Terim ‘in ısrarla itiraz ettiği ve yer yer de kızdığı “rüya takım” iddiaları doğal olarak Şampiyonlar Ligi ‘ndeki beklentileri inanılmaz derecelere çıkarmıştır. Koşu mesafeleri, mücadele gücü gibi faktörlerin “onların” seviyelerine çıkarılması olmazsa olmazdır bu yolda ancak işlerin kötü gittiği zaman – ki bu çok olasıdır, ki Galatasaray ‘ın başına gelmiştir- oyuna etki edecek isimlere o zorunluluklar kadar ihtiyaç vardır.



İçerde oynadığın maçların “kale” konumunda olduğu bu arenada rakibin olarak görülen Braga ve Cluj karşılaşmalarında planlar pratiğe dökülemedi. Bu duruma önlem olarak, Braga maçında Yekta Kurtuluş 77. Dakikada oyuna girdi. Geçen sene toplamda sadece 116 dakika, bu sezonun şu ana kadarki kısmında ise 60 dakika forma verilen 27 yaşındaki isimden beklenen şeylerin ne olduğu anlamak çok güç. Aynı şekilde şakayla karışık da olsa yetenekli hep tartışılan, geçen sene 27 maçta ortalama 52 dakika sahada kalan ve bu sezon sadece Gençlerbirliği ve Cluj maçlarında ilk 18 ‘e alınan Sabri Sarıoğlu, Cluj maçında saha sokuldu. Her ne kadar tecrübeli bir isim de olsa künyesinde Avrupa ‘yla ilgili pek bir şey bulunmamaktadır ki zaten bu sezon hiç düşünülmemesi, oyuna girdiğinde yapacaklarının sınırını oldukça aşağılara çekmektedir.

Bu konuyla alakalı bir başka soru işareti de Aydın Yılmaz ‘dır. Fatih Terim, gelişinden çok önce “rafa” kaldırılan Aydın ‘da eminim ki bir şeyler görmüştür ve inanmıştır ve ısrarcılığını sürdürmektedir. Bir diğer mantık ise yoklukta Aydın ‘ın değer kazanmasıdır. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Aydın beklentilere yaklaşamamıştır; milli takıma seçilmeyi bir başarı olarak saymazsak tabi.



Bu soruna genel olarak baktığımızda Türk takımları bu sorunu çoğunlukla yaşamaktadır. Galatasaray ‘ın en iddialı rakibi Fenerbahçe de geçen sezon bu sorunu fazlasıyla yaşamıştı ancak bu sezon  çok ciddi problemlerle boğuşmalarına rağmen en azından bu konuda kafaları rahattır. 6 oyuncuları bile eksik olsa sahaya çıkan 11 ‘de çok aşırı sırıtan bir tek Serdar Kesimal olmuştu Bursaspor karşısında.


Bu sorun tabi ki herkesin dikkatini çekmektedir. Sorunun çözülememesinin çeşitli sebepleri vardır ancak çözülmedikçe de çok baş ağrıtmaya devam edecektir bu da bir gerçek. Rotasyonun iyi sağlanabilmesi alternatif çözüm yollarından biri olabilir. 

23 Ekim 2012 Salı

Süper Lig 8.Hafta

HAFTANIN TAKIMI ANTALYASPOR


Antalyaspor başında 5. Sezonuna giren Mehmet Özdilek, hemen hemen her sezonuna sıralamanın üst tarafında yer almayı hedefleyerek başlamıştı. Ancak maalesef ki bu hedefine ulaşmayı bir türlü tam anlamıyla gerçekleştirememişti. Bu sezon en azından şu anki tablo onu cesaretlendirmeye yetecek gibi gözüküyor. Liderle aynı puanı paylaşarak ikinci sıraya yükselen takım belki de eksik olan şeyi yani özgüveni bulabilecek bir durumda.

HAFTANIN KAYDA DEĞER TAKIMI : 
ESKİŞEHİRSPOR


Bu seneye de iddaalı bir giriş yapan ancak inişli çıkışlı grafiği ile sezona çok da iyi başlayamayan Eskişehirspor beraberliklerin bol oluğu bu haftada eline geçirdiği fırsatı çok iyi değerlendirdi ve taraftarı önünde farklı bir galibiyet aldı. Bu galibiyet ile motive olan kırmızı-siyahlı ekip aynı zamanda da rakiplerinin puan kaybettiği bu kritik haftada aldığı galibiyet ile üst sıralara da yerleşmiş oldu.

HAFTANIN OLAYI : 
Eyüpspor- Altay maçı sonrası yaşanan çekiçli kavga

Haftasonu oynanan Eyüpspor – Altay maçında Serhat Akın ve Ali Cansun birbirine girdi. Doğaldır ki  olayın gelişimi ve oluşumu hakkında iki taraf da farklı şeyler söyledi. SerhatAkın ‘ın çekiçle saldırması sadece futbol dünyasında değil herhangi bir dünyada tam anlamıyla bir vahşettir. Çok klişe olarak tüyler ürpertici bu tarz sahneleri görmeyi istememek bile saçmadır çünkü bu sahnelerin yaşanma ihtimalinin olmaması gerekmektedir.  



HAFTANIN GOLÜ : 

AVRUPA FUTBOLUNA GENEL BAKIŞ :

İspanya Ligi'nde bu hafta zirvedeki 5 takım (Barcelona-A.Madrid-Malaga-R.Madrid-Sevilla) da puan kaybı yaşamazken, 5-4 biten Deportivo - Barcelona maçı haftaya damgasını vurdu. Yıllar sonra bir maçta 4 gol yiyen Bacelona'nın buna rağmen maçı kazanması dikkat çekti. İngiltere'de zorlu Tottenham maçında da puan kaybetmeyen Chelsea zirvedeki yerini sağlamlaştırdı. İtalya'da ise Juventus'un başarısından ziyade Milan'ın başarısızlığı konuşulur halde zira Lazio mağlubiyeti ile 16.sıraya kadar gerileyen Milan'ın ezeli rakibi ile arasındaki puan farkı da 15'e çıkmış durumda. Almanya'da B.Münih bu haftaki 5-0'lık galibiyeti ile yine şaşırtmazken mağlup olmaması bir yana 8 maçta sadece 2 gol yemesi B.Münih taraftarlarını fazlasıyla mutlu etmekte. Bu hafta sonunda Avrupa genelinde oluşan gol krallığı şu şekilde oluştu;
Lionel Messi        11
Falcao                  9
C.Ronaldo            9
İbrahimoviç          9

HAFTANIN KARESİ :


20 Ekim 2012 Cumartesi

Futbolcu Fabrikası Bursaspor




Bursaspor, eski yıllardan beri alt yapısından çıkardığı ve ya alt liglerden keşfettiği genç ve yetenekli yıldız adaylarıyla nam salmış bir takımdır. Diğer takımlarda pek rastlayamadığımız bu özellik onlara Trabzonspor ‘dan sonra Anadolu ‘dan çıkan ilk şampiyon olmak gibi kutsal bir başarı getirmiştir. Tabi ki her başarı kutsaldır ancak gerek ülkemizdeki sosyal yapı, gerekse kapital dünyanın iyiden iyiye futbolun içine girmiş olması dolayısıyla Bursaspor ‘un başarısı “en kutsal” başarıdır diyebiliriz. Ancak yönetim stratejileri ne derece doğruydu? Yıllardır yetiştirilen yetenekli futbolculara yaklaşım ne kadar yapıcıydı?

2001 Kasım ‘ına gittiğimizde 26 yaşındaki Murat Sözkesen ‘in Galatasaray ‘a kiralanması dikkatimizi çekecektir. O dönemin en önemli yeteneklerinden biri olarak gösteriliyordu Murat. Zamanın şartları dolayısıyla Bursaspor ‘u ve diğer bütün Anadolu kulüplerini büyük takımlarla oynadıkları maçlar haricinde izleyemiyorduk. Belki de Murat ‘ın şansı bu takımlara kaydettiği güzel gollerdi. Galatasaray ‘da yaşadığı sakatlıklar, kariyerinde attığı ilk ciddi adımın boşa çıkmasına sebep olurken, akıllara gelen acaba transferine izin verilme zamanı ne kadar doğruydu sorusunu engelleyemiyordu. Ve belki de bir zincirin ilk halkalarından biri oluyordu.


Bir diğer önemli halkayı ise Okan Yılmaz ‘ın oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türk futbol tarihin gördüğü en kaliteli golcülerden biriydi. 2 kere gol kralı olduğu Süper Lig ‘de bir döneme damgasını vurmuştur. Murat Sözkesen ‘in tam olarak oluşturamadığı soru işaretlerini Okan tüm gerçekliğiyle oluşturuyordu öyle ki performansı dolayısıyla her futbolcunun hayali İstanbul ‘a gitmeyi en çok hak edenlerdendi zaten İstanbul da onu fazlasıyla istiyordu. Artık soruların sorulmasının tam zamanıydı neden gitmesine izin verilmemişti? Belki de verilmişti ancak istenen astronomik rakamlar, transfer tekliflerine bir nevi “hayır” cevabı oluyordu. Bu tutumdaki amaç oyuncudan performans açısından faydalanmak değildi. Tek amaç -oyuncunun durumunu pek de fazla düşünmeden- çok fazla gelir elde edebilmektir.

Geçtiğimiz son iki üç yıla baktığımızda yine benzer bir senaryo tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkıyor. Bursaspor ‘un devrim niteliğindeki şampiyonluğunun en büyük iki mimarı Sercan Yıldırım ve Volkan Şen benzer bencilliklerle yaşları gelmeden mental emekliliğe ayrılıyorlardı. Yıllar sonra bir ilke imza atarak zirveye çıkan Bursaspor ‘un “artık şampiyonuz neden oyuncularımız İstanbul ‘a gitmek zorunda” gibi bir mantık gütmesinin akıllıca olmadığı söylemek zor ancak oyuncularının ellerinde kalmasının sebebinin bu olduğunu söylemek de maalesef ki bir o kadar zor. Oyuncuların isteklerini, gelişimleri ve hatta psikolojilerini hiçe sayarak verilen kararların sonuçları çok ağır olmaktadır. Artık kafalarda soru işaretleri kalmamıştır. Büyük bir takım gibi düşünüp yetenekli oyuncuları elde tutmak değildi amaç.


Yıllar geçiyor durum hiç değişmiyordu hatta bazı Anadolu kulüplerine de model oluyordu. Kayserispor ‘un Gökhan Ünal konusunda yaptıklarının hiçbir farkı yoktu. Gökhan ‘ın Trabzonspor ‘da da bir şeyler yapması bu durumun ikinci plana itilmesini sağlamıştık biraz hepsi bu. Çok daha büyük şeyler beklenen bu isimlerin şimdi nerede olduklarına bakıldığında ve üzerinde düşünüldüğünde durum ciddiyeti rahatlıkla kavranacaktır.

Yıllar öncesine dayanan bu “hata”ların neden tekrardan aklıma geldiğini soracak olursanız geçen hafta kadrodışı bırakılan Ozan İpek ‘in sayesinde olduğunu söyleyeceğim. Sercan ve Volkan ‘dan sonraki kilit isim olan Ozan İpek de aynı senaryoyla kaybolup giden bir “yıldız adayı” oldu. Takımın kağıt üzerindeki profili değişirken kafa yapısının aynı eskilikte kalması başarıların kalıcılığı doğrudan etkileyen bir unsurdur. Böylesine konunun bir yazıyla tam olarak aktarılması oldukça zordur ancak hiç olmamış gibi davranıp unutup gitmek de hiç yapamayacağım bir şeydi.  

17 Ekim 2012 Çarşamba

Hedef Hüsran

Türkiye A Milli Futbol takımı bu hafta oynadığı her iki karşılaşmayı da kaybederek Brezilya umutlarını neredeyse bitirmiş oldu. Önce kendi sahasında Romanya’ya boyun eğen milli takım, bugün de kesin parola galibiyet ile gittiği maçta Macaristan’a 3-1 yenilince 3 puanla rakiplerinin bir hayli gerisinde kaldı. Gruptaki kötü tablo bir yana özellikle beklentilerin tam tersi sonuçlar alınması ve bir kez daha yeni bir yapılanmaya giden milli takımın henüz 4.maçtan havlu atacak duruma gelmesi en acı tablo olarak karşımıza çıktı.


Teknik direktör’ü körü körüne eleştirmenin ve daha ilk maçlarda sabırsızca teknik ekibe cephe almanın Türk futbolunu daha iyi yerlere getirmediğini birçok turnuvayı kaçırarak görmüş bulunmaktayız. Her kısa vadeli başarısızlığın ardından yeni bir yapılanma sözüyle gelen teknik ekibi değiştirip, başka bir ‘’yeni yapılanmanın’’ temellerini atmaya çalışıyoruz. Gerek medya olsun, gerek sabırsız taraftarlar olsun dört bir yandan baskılarla teknik ekipleri yıldırıp değişikliği de sağlamış oluyoruz. Ancak tüm bu sabırsızlıkların ve değişim merakının sonucunda zarar gören yine milli takım ve Türk futbolu oluyor. Tabi ki konunun bir de diğer yüzü var. Herhangi bir milli takımı yönetmek ve o takımla uğraşmak her ülkede fazlasıyla zordur. Sebeplerinden bahsetmek gerekirse, milli takımlar bir kulüp takımı gibi her sene sil baştan yaratılabilecek ve her sene sıfırdan başlayan hedeflerle düzelebilecek bir konumda değiller. Bir milli takım için başarı ölçüsü ancak 4’er senede bir yapılan 2 turnuvayla sınırlıdır ve bir şeyler denemek neredeyse imkansızdır. Çünkü yeni şeyler denerken pek çok turnuvayı da kaçırma ihtimaliniz vardır. Senede çok az maç olması ve toplama oyunculardan oluşması gibi milli takımlar turnuva formatından kaynaklanan sorunlar sebebiyle kulüp takımlarından kesin bir çizgiyle ayrılır milli takımlar. Bu durumda genellikle teknik ekibin de eli kolu bağlı olur. Deneme şansları ve onlara gösterilen sabır da pek azdır haliyle. Olaya bu açıdan bakınca da sürekli teknik ekip değişliği ve yeni yapılanmalara gidilmesi olağan olarak gözükebilir.


Olayın teorik yanından her iki bakış açısıyla anlattıktan sonra şimdi de pratik yönünü yani milli takımın şu andaki durumunu inceleyelim. Yazımın başında da bahsettiğim gibi arka arkaya kaybedilen puanlar matematiksel olarak bizi çok kötü bir duruma sokmanın yanında psikolojik açıdan da bir hayli hırpalamaktadır. Beklentilerin 6 puan olduğu 2 maçta 0 çekilmesi tam bir kaos ortamını da beraberinde getirmektedir. Zira Türk milli takımının yakın dönemdeki yani son 10-12 yıldaki eleme grubu performansını incelediğimizde genellikle grup aşamasını 2.tamamlayan bir takım karşımıza çıkmakta. Zaten ülkeleri ayırdığımız zaman da milli takımın 2.klasman takımlar arasında olduğunu söyleyebiliriz. Genellikle 2.tamamlanan grup aşaması sonrası oynanan Play-Off maçı sonucuna göre turnuvaya katılan veya katılamayan bir milli takım olduğumuzdan söz edebiliriz. Bu da aslında Türk milli takımının eleme aşamalarında (Turnuva performansı değil) bir standarda sahip olduğunu göstermekte. Gelen her yeni ekibin hedefinin de bu standardı her turnuvaya katılabilen bir milli takım seviyesine çekmek olduğunu görebiliyoruz. Gelen hiçbir ekip bu standardı yükseltemese de en azından korumuş ve milli takıp çoğu kez Play-Off’a kalabilmiştir. Ancak ne yazık ki Abdullah Avcı’nın bu standardı yükseltmek bir yana, korumak konusunda da pek zayıf kaldığını ortada. Matematiksel olarak o kadar kötü bir tablo var ki karşımızda “henüz erken” sözleri bile yetersiz kalmakta.


Teknik ekibin ve “Yeni Yapılandırma” adı altındaki bu çalışmaların kredisinin fazla olmasından yanayım ancak oyun anlamında bir gelişme görememenin yanında puan olarak da hiç bir şey elde edilememiş olması bu krediyi hızla tüketmekte. Tabi ki Abdullah Hoca’nın aklında çok doğru hamleler vardır ancak daha önce de söylediğim gibi milli takımlar deneme-yanılma metotlarının uygulanabilmesi açısından çok kolay yerler değildir. Taraftarların ve medyanın gözünde kredisi bir hayli azalan Abdullah Hoca’nın bundan sonraki aşamalarda işi bir hayli zor ve tabi ki milli takımın da.

Toparlamak gerekirse; Abdullah Hoca’yı, yaptıklarını ve oynattığı oyunu başarılı bulmuyorum ve onu desteklemiyorum ancak körü körüne onun karşısında da değilim. Asıl bahsetmek istediğim konu da zaten bu. Abdullah Avcı’nın, Guus Hiddink’in veya Fatih Terim’in körü körüne karşısında olmak, en küçük başarısızlıkta veya ters giden bir şey olduğunda derhal bir değişiklik istemek Türk futboluna hiçbir zaman yaramadı ve yaramayacak da. Türk futbolunda bir şeyleri değiştirmek istiyorsak önce taraftarlar ve medya başta olmak üzere bu sabırsız ve duygusal bakış açısını değiştirmeli, olaylara daha mantıklı ve sakin bir bakış açısıyla yaklaşmalıyız. Ancak bu şekilde Türk futbolunu ve bu futbolun standartlarını istediğimiz noktaya getirebiliriz.

9 Ekim 2012 Salı

Süper Lig 7.Hafta


HAFTANIN TAKIMI :FENERBAHÇE


Zor günler geçiren Fenerbahçe'nin ne skora ulaşması ne de iyi bir futbol oynaması zor gözüküyordu. Ancak bu hafta Gladbach galibiyetiyle morallenen Fenerbahçe, Beşiktaş karşısında da sezonun en iyi iki performansını göstermiş oldu bu hafta. Şimdi ise akıllara gelen soru işareti bu performansın futbolcuların ekstra kenetlenmesine mi bağlı olduğu dolayısıyla bu başarının ömrü.

HAFTANIN KAYDA DEĞER TAKIMI : GENÇLERBİRLİĞİ



Hep bahsedildiği gibi, Gençlerbirliği çıkışını sürdürmekte. Yaklaşık 10 yıl öncesinde kalan ligin en tehlikeli takımlarından biri olma ve de yanında Avrupa 'daki başarılı temsilcimiz olma sıfatlarını o zamanlardan beri arayan takım, Fuat Çapa 'nın samimiyetiyle ve bünyelerinde barındırdıkları mütevazı, bir o kadar da yetenekli isimlerle çok formda gözüküyorlar. Milli aranın dezavantaj oluşturmaması durumunda işlerin kötü gitmesi için bir sebep varmış gibi durmuyor.

HAFTANIN OLAYI : Derbiler haftası


Bu haftaya Avrupa'nın önemli liglerinde oynanan derbiler ve derbi kalitesindeki maçlar damgasını vurdu. Tam bir futbol şöleni yaşadığımız bu haftada 9 derbi oynandı. Bu derbilerin sonuçları şu şekilde.

Fenerbahçe 3-0 Beşiktaş
Adana Demirspor 4-2 Adanaspor
Barcelona 2-2 Real Madrid
Milan 0-1 İnter
Marsilya 2-2 PSG
S.Moskova 0-2 CSKA Moskova
Porto 2-0 S.Lizbon
Twente 3-0 AZ Alkmaar
S.Liege 2-1 Anderlecht

HAFTANIN GOLÜ : Olcan Adın - Trabzonspor

     

AVRUPA FUTBOLUNA GENEL BAKIŞ :

Bu hafta Avrupa'ya oynanan derbi maçları haftaya damgasını vurdu. İspanya'da oynanan El Clasico 2-2 beraberlikle sonuçlandı ve Barcelona 8 puanlık farkı korumuş oldu ancak A.Madrid aldığı galibiyetle zirvede Barcelona'ya yetişmiş oldu. İtalya'da İnter derbiyi kazanarak rahat bir nefes alırken Milan 12.sıraya geriledi. Fransa'da Marsilya ve PSG berabere kalmalarına rağmen zirveyi paylaşmaya devam ediyorlar. İngiltere'de M.United Rooney'nin orta saha oynadığı maçta uzun süre sonra güzel bir futbolla N.United'ı yendi. Avrupa'da bu hafta sonu oluşan gol krallığı şu şekilde oluştu:
Zlatan İbrahimoviç 9
Lionel Messi    8
C.Ronaldo       8
Falcao             8

HAFTANIN KARESİ :



Vizyonlarına uymadığı için Metin Diyadin'i kovan Kasımpaşa'nın yeni hocası Şota imzalarken.

7 Ekim 2012 Pazar

Adana Demirspor - Adanaspor


İki kulübün kuluşundan beri var olan ve İstanbul dışındaki en büyük derbilerden biridir Adana Demirspor – Adanaspor derbisi. Maç günleri her büyük derbi maçında olduğu gibi Adana’da da hayat durur ve herkes maça odaklanır. Taraftar nüfusu sebebiyle İstanbul derbileri kadar popüler olmasa da;  rekabet, mücadele ve bu maça verilen önem en az Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş takımlarının aralarındaki maçlar kadar fazladır taraftarları için.  

İki takımın taraftarı çok kesin çizgilerle ayrılır birbirinden. Gerek kuruluş felsefeleri olsun, gerek aynı stadı kullanmaları olsun, gerekse Adana şehri içindeki sosyo-ekonomik ayrımlar olsun iki takım taraftarı birbirini pek sevmez. Tabi yine bu ayrımın temel sebebi -dünyadaki her derbide olduğu gibi- bir şehirde iki büyük takımın var olmasının getirdiği rekabet ortamıdır. Bu rekabet ortamı dünya’nın pek çok şehrinde çoğunlukla sahada kalır ve dışarıya pek taşmaz ancak Adana’da işler biraz daha karışıktır. Adana şehrinin havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez maç günleri şehir her anlamda pek bir sıcak olur. Gerek maç öncesi ve sonrası gerekse de saha içinde bir hayli sıcak temaslar olur iki takım taraftarı arasında. Dünya’nın pek çok derbisinde olaylar çıktığını görebiliriz tabiki ancak bu durum Adana’da daha çok hobi haline gelmiştir ve derbinin olmazsa olmazları arasına da girmiştir artık. Her ne kadar saha dışı olaylar hoş olmasa da, bu derece yoğun gerilimlerin yaşanması taraftarların takımlarını ne kadar çok sevdiklerini ve bu derbiye ne kadar önem verdiklerinin en güzel göstergesidir aslında.


2008’den beri 4 yıldır derbiye özlem duyan Adana şehri, Adana Demirspor’un bu sezon PTT 1.Lige yükselmesiyle muradına erdi. Bu hafta başından şehir derbi atmosferini girmeye başlamıştı. İki takımın aynı stadı kullanması sebebiyle genellikle taraftarlar stada eşit olarak yerleşirlerdi ancak bu sene alınan bir kararla deplasman statüsündeki takım taraftarına 2.500 kişilik bir bölümün ayrılması kararlaştırıldı. Bu karara her iki taraftar grubu da tepki gösterse de sonuç değişmedi.


Lige kötü başlayan ve bu maça kadar galibiyeti bulunmayan Adana Demirspor’da işler pek yolunda gitmiyordu. Yine bir hoca değişikliği yaşayan ve Taraftar-Yönetim arasındaki gerginlikleri çözemeyen Demirspor tarafının kuşkusuz galibiyete ihtiyacı vardı. Adanaspor ise deplasman statüsünde olmasına rağmen galibiyete daha yakın olan taraftı ancak maç bir derbiye yakışır cinsten herkesi şaşırtacak şekilde başladı. Adana Demirspor arka arkaya bulduğu gollerle adeta rakibini bozguna uğrattı ve devreyi 4-0 önde kapattı. Tarihi bir farka mı gidiliyor soruları sorulmaya başlanırken ikinci yarı sahada bambaşka bir Adanaspor vardı. Erken bulduğu gollerle skoru 4-2 ‘ye getirdi ve rakibine de büyük bir psikolojik baskı kurmuş oldu. Ancak ilerleyen dakikalarda başka gol olmayınca Adana’da yılın derbisi Adana Demirspor’un 4-2’lik üstünlüğü ile sonuçlanmış oldu.


Maçta İngiltere’yi veya İspanya’yı aratmayacak cinsten herşeyi bulmak mümkündü. Bol gol, kırmızı kart, kaçan pozisyonlar, psikolojik mücadele ve bitmek bilmeyen bir heyecan... Adına yaraşır bir derbi oynandı bugün Adana’da. Böylesine büyük taraftar gücüne sahip ve güçlü mazileri bulunan bu iki kulübümüzün alt ligde oynadığı görmek bizler için acı vericidir. Dileriz ki en yakın zamanda Adana şehri iki takımıyla Süper Lig’de kalıcı olur ve bizler de bu muhteşem derbi atmosferini Süper Lig’de keyifle seyredebiliriz.

4 Ekim 2012 Perşembe

Ramsey 'in Laneti



16 yıldır Arsenal ‘in başında bulunan Arsene Wenger, belki de oyun stratejisiyle değil de neredeyse sadece genç oyunculara yer vermesiyle bir ekol oluşturdu. Bu durum o kadardır ki 22 yaş çoğu yerde genç statüsünde görülürken Arsenal ‘de “yaşlı” muamelesi görmesi doğaldır. Bir diğer ekol de bu genç isimlerin sakatlıklarla çok haşır neşir olmalarıdır. Yakın örneklerinden Wilshere ve ya Jenkinson ‘ı daha eskilerden Eduardo ‘yu ve Diaby ‘yi sayabiliriz.


Ama öyle bir isim var ki namı ve “yaptıkları” son bir seneye damgasını vurdu : Aaron Ramsey. 90 doğumlu  yetenekli orta saha oyuncusu, 1 mayıs 2011 ‘de Manchester United ‘a bir gol atmıştı. Hemen bir gün sonra Ladin ‘in ölmesiyle arasında bir bağ kurulmamıştı tabi ki. Steve Jobs ‘un ölümünden 3 gün önce bu sefer Tottenham kalesine bir gol bırakan Ramsey ‘in üzerindeki lanet tam olarak kavranamamıştı hala. Kimse bu tarihlerin yakınlığının bile farkında değildi. 19 haziran 2011 ‘de Ramsey performansına tam gaz devam etmekteydi. Marsilya ‘ya attığı golden bir gün sonra Kaddafi katlediyordu. Artık bu iş bir raslantı olamazdı ama o zamanlarda bir bağ olabileceği düşünülemediği için Ramsey bile üzerine yapışan lanetin farkına varamıyordu. Ta ki 2 şubat 2012 ‘ye kadar. Neredeyse eş zamanlı olarak Ramsey Sunderland ‘e bir gol atıyor, şarkıcı Whitney Houston ise otel odasında ölü bulunuyordu. Artık her şey ortaya çıkmıştı. Özellikle Avrupa basınının çok fazla üzerinde durduğu “Ramsey ‘in laneti” konusu belki de “ünlü” insanları Arsenal maçlarına bağlıyordu. Herkesin baktığı ilk şey Ramsey ‘in gol atıp atamadığı olmuştu.


Dün gece oynanan Arsenal-Olympiacos karşılaşmasında Aaron Ramsey kimsenin gözünün yaşına bakmadan rakip fileleri sarstı ve korkulu bir bekleyişi başlattı. Gol olduğu andan itibaren gerek sosyal medyada gerekse basında “acaba kim ölecek” soruları dolayısıyla yükselmeye başladı. Herkesin tek dileği bu lanetin artık kırılması ve böylesine yetenekli bir ismin içi rahat bir şekilde gol atması. Gerçi sahaya yansıyan negatif bir etkinin olduğu pek görülmemekte ancak işlerin böyle devam etmesi ister istemez oyuncu üzerinde bir baskı yaratacaktır.

1 Ekim 2012 Pazartesi

Süper Lig 6.Hafta

HAFTANIN TAKIMI : ORDUSPOR


Hector Cuper geldiğinde yakaladıkları çıkışı bu sene de sürdürüyorlar. Bu hafta kendi sahalarında oynadıkları maçta, ligin lideri ve şu andaki en iyi takımı olarak gözüken Galatasaray'ı 2-0'lık net bir sonuçla geçtiler. Özellikle Galatasaray karşısında gösterdikleri taktiksel beceriyle Galatasaray'ın rahat oynamasını engelleyip, eksiklerini iyi değerlendirdiler. Galatasaray galibiyetiyle ligin tek namağlup takımı konumuna gelen Orduspor bu performansın sürmesi halinde ligin devamında da sürpriz bir başarı elde edebilirler.

HAFTANIN KAYDA DEĞER TAKIMI : GENÇLERBİRLİĞİ


Geçen hafta Eskişehirspor galibiyetiyle kötü gidişata bir son vereceğini hissetiren Kayserispor karşısında son derece akıllı ve dominant bir futbolla 4-0 gibi net bir galibiyet alan Gençlerbirliği Fuat Çapa önderliğinde ligin önemli takımlarında biri olmaya devam ediyor. Yıllardır ligimizin tehlikeli ve bir o kadar da sempatik takımı olan Gençlerbirliği'nin yatırımlarının sonuca ulaşmasına az kaldı gibi duruyor.

HAFTANIN OLAYI : Alex de Souza


HAFTANIN GOLÜ : Hasan Kabze - Orduspor


AVRUPA FUTBOLUNA GENEL BAKIŞ :

İngiltere'de Tottenham M.United'ı nefes kesen ve 3 dakikada 3 golün olduğu karşılaşmada zor da olsa yenmeyi başardı. Almanya'da son şampiyon B.Dortmund lige çok iyi başlayamasa da bu haftaki 5-0'lık galibiyetleriyle B.Münih'e dişlerini göstermiş oldular. İspanya'da Barcelona 2-0'dan geldiği maçı muhteşem bir geri dönüşle kazanarak liderliğini sürdürdü. İkinci sırada bu sezon etkili futbolunu devam ettiren Atletico Madrid bulunuyor. Lige kötü başlayan Real Madrid ise Deportivo karşısında 5 golle patlama yaptı. Bu hafta Avrupa Liglerinde oluşan gol kralığı şu şekilde:

Falcao         7
İbrahimoviç  7
Messi           6
Ronalda       6
Demba Ba   6
Cavani         6
Mandzukic   6

HAFTANIN KARESİ :