17 Ekim 2012 Çarşamba

Hedef Hüsran

Türkiye A Milli Futbol takımı bu hafta oynadığı her iki karşılaşmayı da kaybederek Brezilya umutlarını neredeyse bitirmiş oldu. Önce kendi sahasında Romanya’ya boyun eğen milli takım, bugün de kesin parola galibiyet ile gittiği maçta Macaristan’a 3-1 yenilince 3 puanla rakiplerinin bir hayli gerisinde kaldı. Gruptaki kötü tablo bir yana özellikle beklentilerin tam tersi sonuçlar alınması ve bir kez daha yeni bir yapılanmaya giden milli takımın henüz 4.maçtan havlu atacak duruma gelmesi en acı tablo olarak karşımıza çıktı.


Teknik direktör’ü körü körüne eleştirmenin ve daha ilk maçlarda sabırsızca teknik ekibe cephe almanın Türk futbolunu daha iyi yerlere getirmediğini birçok turnuvayı kaçırarak görmüş bulunmaktayız. Her kısa vadeli başarısızlığın ardından yeni bir yapılanma sözüyle gelen teknik ekibi değiştirip, başka bir ‘’yeni yapılanmanın’’ temellerini atmaya çalışıyoruz. Gerek medya olsun, gerek sabırsız taraftarlar olsun dört bir yandan baskılarla teknik ekipleri yıldırıp değişikliği de sağlamış oluyoruz. Ancak tüm bu sabırsızlıkların ve değişim merakının sonucunda zarar gören yine milli takım ve Türk futbolu oluyor. Tabi ki konunun bir de diğer yüzü var. Herhangi bir milli takımı yönetmek ve o takımla uğraşmak her ülkede fazlasıyla zordur. Sebeplerinden bahsetmek gerekirse, milli takımlar bir kulüp takımı gibi her sene sil baştan yaratılabilecek ve her sene sıfırdan başlayan hedeflerle düzelebilecek bir konumda değiller. Bir milli takım için başarı ölçüsü ancak 4’er senede bir yapılan 2 turnuvayla sınırlıdır ve bir şeyler denemek neredeyse imkansızdır. Çünkü yeni şeyler denerken pek çok turnuvayı da kaçırma ihtimaliniz vardır. Senede çok az maç olması ve toplama oyunculardan oluşması gibi milli takımlar turnuva formatından kaynaklanan sorunlar sebebiyle kulüp takımlarından kesin bir çizgiyle ayrılır milli takımlar. Bu durumda genellikle teknik ekibin de eli kolu bağlı olur. Deneme şansları ve onlara gösterilen sabır da pek azdır haliyle. Olaya bu açıdan bakınca da sürekli teknik ekip değişliği ve yeni yapılanmalara gidilmesi olağan olarak gözükebilir.


Olayın teorik yanından her iki bakış açısıyla anlattıktan sonra şimdi de pratik yönünü yani milli takımın şu andaki durumunu inceleyelim. Yazımın başında da bahsettiğim gibi arka arkaya kaybedilen puanlar matematiksel olarak bizi çok kötü bir duruma sokmanın yanında psikolojik açıdan da bir hayli hırpalamaktadır. Beklentilerin 6 puan olduğu 2 maçta 0 çekilmesi tam bir kaos ortamını da beraberinde getirmektedir. Zira Türk milli takımının yakın dönemdeki yani son 10-12 yıldaki eleme grubu performansını incelediğimizde genellikle grup aşamasını 2.tamamlayan bir takım karşımıza çıkmakta. Zaten ülkeleri ayırdığımız zaman da milli takımın 2.klasman takımlar arasında olduğunu söyleyebiliriz. Genellikle 2.tamamlanan grup aşaması sonrası oynanan Play-Off maçı sonucuna göre turnuvaya katılan veya katılamayan bir milli takım olduğumuzdan söz edebiliriz. Bu da aslında Türk milli takımının eleme aşamalarında (Turnuva performansı değil) bir standarda sahip olduğunu göstermekte. Gelen her yeni ekibin hedefinin de bu standardı her turnuvaya katılabilen bir milli takım seviyesine çekmek olduğunu görebiliyoruz. Gelen hiçbir ekip bu standardı yükseltemese de en azından korumuş ve milli takıp çoğu kez Play-Off’a kalabilmiştir. Ancak ne yazık ki Abdullah Avcı’nın bu standardı yükseltmek bir yana, korumak konusunda da pek zayıf kaldığını ortada. Matematiksel olarak o kadar kötü bir tablo var ki karşımızda “henüz erken” sözleri bile yetersiz kalmakta.


Teknik ekibin ve “Yeni Yapılandırma” adı altındaki bu çalışmaların kredisinin fazla olmasından yanayım ancak oyun anlamında bir gelişme görememenin yanında puan olarak da hiç bir şey elde edilememiş olması bu krediyi hızla tüketmekte. Tabi ki Abdullah Hoca’nın aklında çok doğru hamleler vardır ancak daha önce de söylediğim gibi milli takımlar deneme-yanılma metotlarının uygulanabilmesi açısından çok kolay yerler değildir. Taraftarların ve medyanın gözünde kredisi bir hayli azalan Abdullah Hoca’nın bundan sonraki aşamalarda işi bir hayli zor ve tabi ki milli takımın da.

Toparlamak gerekirse; Abdullah Hoca’yı, yaptıklarını ve oynattığı oyunu başarılı bulmuyorum ve onu desteklemiyorum ancak körü körüne onun karşısında da değilim. Asıl bahsetmek istediğim konu da zaten bu. Abdullah Avcı’nın, Guus Hiddink’in veya Fatih Terim’in körü körüne karşısında olmak, en küçük başarısızlıkta veya ters giden bir şey olduğunda derhal bir değişiklik istemek Türk futboluna hiçbir zaman yaramadı ve yaramayacak da. Türk futbolunda bir şeyleri değiştirmek istiyorsak önce taraftarlar ve medya başta olmak üzere bu sabırsız ve duygusal bakış açısını değiştirmeli, olaylara daha mantıklı ve sakin bir bakış açısıyla yaklaşmalıyız. Ancak bu şekilde Türk futbolunu ve bu futbolun standartlarını istediğimiz noktaya getirebiliriz.

Hiç yorum yok: